16.yy başlarında Osmanlıların Memlüklüler'i yıkıp Mısır ve Suriye'yi fethetmesi sonucu Kuzey Suriye'deki Türkmenler Osmanlı hakimiyetine girmiş oldu. Bölgedeki aşiretler Osmanlı hakimiyetini kabul etmeyip savaş-tılar, ancak ağır bir yenilgi aldılar. Bunun üzerine diğer Türkmen grupları gibi Afşarlar da kendilerine orduda subaylık veren, vergi muafiyeti tanıyan ve itibar gösteren Safevilerin hizmetine girmek için çoğunlukla İran'a göç-tüler. İmanlı ve Alplı Avşarlarının bu sırada İran'a geldiklerini biliyoruz. Bu yüzden bu asırda nüfuslarının diğer Türkmenlerden az olduğu görülüyor.
Osmanlı hakimiyetinde kalan bölgedeki Türkmenler ise Halep Türkmenleri ve Yeni-il Türkmenleri adıyla bölgede varlıklarını sürdürdü-ler. Afşarlar, Halep Türkmenleri içinde Köpekli, Gündüzlü ve Beylikli Avşarı olmak üzere üç oymak tarafından temsil ediliyordu. Ayrıca bölgede bir de müstakil Avşar oymağı bulunuyordu.
Bunlardan Avşar oymağı, 16. Yy'ın ikinci yarısında 158 vergi evinden ibaretti. Memluklular zamanında dirlik tasarruf eden bu oymak Osmanlı döneminde de bu dirliğini korumuştur. Türkiye'de oturan yerleşik ve göçe-be halk arasındaki nüfus artışına uygun olarak bu Afşarların da nüfusu art-mıştır. XVI. yy'ın ikinci yarısında Türkmenlerin başındaki Boy beyi aileleri yok olmuş, yerlerini obaları idare eden Kethüdalar almıştır. Bu bey ailelerin ne olduğu bilinmiyorsa da büyük ihtimalle İran'a gitmiş olmalıdırlar. İşte Halep Avşarları arasında gördüğümüz bu Afşar oymağının başında da ket-hüdaları görüyoruz. 1579-80 yılında onlar Recep, Bahri ve Küçük Minnet kethüdanın idaresindeydiler. Bunlardan Recep ve oğulları öyle ün salmış-lardı ki 17.yy'da Afşarlar çok defa Recepli Avşarı adıyla tanınmışlardır. On-lar aynı yüzyılın son yarısında Zamantı bölgesine yaylaya çıkıyorlardı.
1624 yılında Abaza Mehmet Paşa'nın II. Osman'ın (Genç) intikamını almak için Sadrazam Çerkez Mehmet Paşa'ya karşı ayaklandığında, Orta Anadolu'dan toplayıp Kayseri'deki Boğazköprü'ye kadar getirdiği 40.000 kişilik ordusunda Afşarlar (Recepli, Çöplü, Kozanlı), Sırkıntılılar, Mamalılar, (Cerid'den) ve Pehlivanlılar (Bayat'tan) vardı.
Afşarlar, Recep-Oğulları'nın başkanlığında 1687 yılında Avusturya'ya yapılan sefere katılmışlar, 1690'da yapılan sefere de çağrılmışlardır. Bu son sefere Afşarlar şu beylerin idaresinde 200 atlı ile katıldılar : Recep-Oğlu Halil Bey, Recep-Oğlu Dana Murat Bey, Çerkez-Oğlu Hacı Mus-tafa Bey, Çerkez-Oğlu Ömer Bey, Deli Seyf-Oğlu Mire Muammer Bey, Bahri-Oğlu Himmet Bey, Kara Gündüz-Oğlu Kara Halil Kethü-da, Kara Gündüz-Oğlu Selim Bey, Kara Gündüz-Oğlu Murat Bey, Hacı İvaz-Oğlu Dokuz İbrahim Bey, Hacı İvaz-Oğlu Abaza Bey, Kör Ali Oğlu Gündüz Kethüda.
Bu isimlerden anlaşılacağı üzere Afşarlar başlıca beş ailenin idare-sindeydiler (Recep, Çerkez, Bahri, Kara Gündüz, Hacı İvaz). Bilindiği gibi bunlardan bazıları Afşar obalarının ismini taşımaktadır. Kayseri ve civarına yerleşen Afşarlar işte bu Afşar oymağı ile Köpeklilerden gelmektedir. Af-şar'lar özellikle Sis yöresinde oldukça kuvvetliydiler. 1691'de Sis Sancak beyi Recep-Oğlu Halil Bey idi.
Avşar oymağının obaları şunlardır.
1- Recepli Avşarı a) Akça-Ali b) Beğ-Denizli c) Dodurlu / Doduryan ç) Sarı-Hacılı d) Saru-Hanlı e) Sarı-Sindli / Sarı-Seydili f) Taş-Oğlu / Taşlı-Uşağı g) Kara-Budak ğ) Hobalı / Obalı h) Mahmut-Oğlu / Sofular. Ayrıca Recep-Oğlu Halil Beyin soyundan gelen Haliloğlu obası.
2- Kara Recepli a) Arap Hasanlı b)Hacı İvaz oğlu Dokuz İbrahim Beyin soyundan gelen İbrahim Beyli c) Çerkez oğlu Hacı Mustafa Beyin soyundan gelen Hacı Mustafalı.
3- Bahrili
4- Kara Gündüzlü.
Avşar oymağı ilk başta Rakka'ya sürülme cezası almadılar. Çünkü devleti yaylakları olan Zamantı bölgesinde yerleşeceklerine inandırmışlardı. Onlar 18.yy'dan itibaren artık kışlamak için Halep'e değil Çukurova'ya ini-yorlardı. Ancak yerleşmeye yanaşmadıkları gibi komşu oymak ve köylere saldırıp hayvanlarını götürüyorlar, tüccar kafilelerini soyuyorlardı. Bu artık o hale geldi ki; sonunda 1703'ten az önce Rakka'ya sürüldüler. Fakat fazla kalmayıp kaçtılar ve dağıldılar. Yine soygun ve kovgun yaptıklarından 1712'de tekrar Rakka'ya sürdülerse de geri döndüler. Devleti yaylaklarına yerleşeceklerine ikna ederek 1730'da Zamantı kıyısında 66 köy kurdular. Afşarların yerli halk üzerindeki baskısı büyüktü. Yaylaya çıktıkları zamanlar çevre köylere baskın yapıp ne varsa alıp götürüyorlardı. Onlar soygun ve kavgadan geri durmadıkları gibi, bu işi o kadar ileri götürdüler ki Kayserili tüccar ve komşu oymakların şikayetleri sonucu Afşarların şekavetine dair Sivas kadısına bir ferman çıkarılarak 1730 yılında Rakka'ya sürüldüler ve sürgünden kaçınca ileri gelenlerinin çoğunun idamına karar verildi (1742).
1753'te Recepli, İmam-Kulu ile Lek ve Kırıntılı aşiretleri, Zamantı ve Çörümşek'ten firar edip Kayseri, Boğazlıyan, Develi, Palas, Nevşehir, Turgut, Akdağ, İncesu, Boz-Ok kazalarını istila etmiş yol kesip adam öl-dürmüş ve harabeye çevirmişti. Bu olay Maraş, Kırşehir ve Sivas bölgesini de etkilemişti.
1754 yılında Tecirliler ile birlikte Zeynepli ve Bozdoğanlılara saldırıp 80.000 kuruşluk davar at ve develerini yağmalayıp ileri gelenlerinden Karanebioğlu ve 15 kişiyi öldürdüler.
1761'de Afşarların bu hareketini önlemek için Zennecioğlu Mehmet Ağanın teklifinde Seyit Mahmut Ağa ve mahkemeden Seyit Ahmet bin Sü-leyman Kaynar köyüne varıp Avşarların Miri aşiret beyleri olan Halit bey ibni Hasan ve kardeşleri Mustafa ile Hüseyin, Recepli'den Hasan bey bin İbrahim ve Süleyman bey bin Ömer ve Ömer bey bin Hüseyin ve Ebubekir bey ibni Mustafa ve kardeşleri Ali, Osman ve Kaküllüoğlu Osman ve Dana Muratoğlu Murat (soyu Kesir köyünde) ve Sangıoğlu ve Enbiya, Torun'dan Terkeşlioğlu Halil, Mucukoğlu Hasan ve Mehdioğlu Mustafa ve Barıncıoğlu Ebubekir ve Ütük Ali ve Cavlak Hasan Salmanlı'dan Ömer kethüda bin Fer-hat ve Emiroğlu Veli ve Haliloğlu Hasan ve Emir Küçük Ahmet ve Öksüz Yusuf bin Ebubekir ve Battal bin Hüseyin ve Toğalı bin Vahap ve Solakoğlu Ebu Zeyd ve Hüseyin bin Mehmet ve Haliloğlu İbrahim ve Taslakoğlu Çer-kez ve Deli Halil ve Dervişoğlu Ömer Sarı Fakılı'dan Halil İbrahim ile konu-şup "Aşiretimiz ahalisi konar göçer olup kışın Çukurova, yazın Zamantı'nın Çörümşek nahiyesinde Pınarbaşı'nda Zamantı'nın sağı ve solunda ikamet edip sebep olduğumuz şekavetten vaz geçip ziraat ve hırasetle mukayyet olup çevreye zarar vermemek için baş muhasebeye kayd olup hilafında hareket olursa 7.500 kuruş kesim cezasını icra ederiz." deyi tatlıya bağlan-dı. Afşarlar bulundukları yerleri talan edip sözlerini tutmadılar. 1764'te Maraş beylerbeyi Rişvan-Zade Süleyman'a gönderilen fermanda "Recepli Avşarı, İmam-Kulu ve Lekvanik Ekradı eşkıyasının bölgeye verdiği zarardan dolayı Adana beylerbeyi Salih ile birlikte tedip edin" denilmiş. 1765'te Rakka iskanından kaçan aşiretlerin dağıldıkları (Karaman Aydın Diyarbakır Adana Sivas Maraş) yerlerden kaldırılıp müfredat defterine yazdırılmaları ve Rakka'ya iskanları bölge valilerine emredilmiş.
Daha önce birkaç kez Rakka'ya iskan edilen Recepliler, kethüdaları olan Topal-Zade Ahmet tarafından 1764-65 yılında Rakka'dan Zamantı'ya getirilip şakiliğe başladı. Aşiretin devlete ödemesi gereken 5.890 kuruşu ödemeyip 500 adamı ile yol kesip soygun yapan Topal-Zade Ahmet, Bürüngüz köyünden olup kendisi de bir eşkıya idi ve hakkında ölüm kararı çıkmıştı. Günümüzde Bürüngüz köyünde Recepli sülalesi halen yaşamak-tadır. Ayrıca Pınarbaşı'nın Karamıklı köyünde de Topal soyadlı aileler mev-cuttur.
1771'de Zamantı'da Soğanlı ve Kara Şeyhli mahallesinde oturan Erdoğulu, Haliloğlu, Deniz, Kara Budaklı, Kaleli, Hacı Mehmetli, Hacı Yakublu, Ebu Bekirli, Çalgız ve Cingöz-Oğlu Afşarı obaları ile Torunlar ve Miri aşiret bey, kethüda ve ileri gelenlerinden Abdullah bin Çerkez, Ali bin Ahmet, Halit bin Battal, Sağır Ali Ağa bin Abdurrahman, Kaküllü-Oğlu Sü-leyman Ağa, Emiroğlu Veli, Salmanlı Avşarı kethüdası Karaman oğlu İsmail Ağa ve Osman bin Ömer, Halil bin Yakup, Mustafa kethüda bin Halil, Ahmet Çelebi bin Abdulvahap, Mehmet Ali oğlu Ali, Murtazaoğlu, Alicanoğlu Ahmet (soyu Pınarbaşı'nın Tokmak köyündedir), Tayan Ali oğlu Mehmet, Taslakoğlu Çerkez, Torun ihtiyarlarından Mucukoğlu Hasan, Türkistanoğlu Asaf, Cemal ve Süleyman, Şahbereli oğlu Nezir, Kekeçoğlu (Kıska) Murat oğlu Halil, Hacı İbrahim, Malkoçoğlu İsmail, Cingözoğlu Mehmet, Çalık Ha-san (soyu Pınarbaşı'nın Toybuk köyündedir), Süleyman bin Mehmet, Mestani Süleyman ve Halil Paşa Oğlu Ali Bey'den şehir ve köylere zarar vermemeleri hususunda söz alındı ve ahitlerini bozarlarsa Soğanlı, Kara Şeyhli, Torunlar, Halil Paşalılar ve İbrahim Beyliler 6.000'er kuruş, Çalıklar (Çalkır / Çalgız) ve Cingözler 2.000 kuruş nezri Matbaa-i Amireye verecek-lerdi.
Afşarlar son iskana kadar (1865) Rakka, Belih ve Hama-Humus gibi yerlere sürgün gitmekle birlikte Boz ok ve Kırşehir taraflarına da sürgün edilmişlerdir.
18.yy'ın 2. yarısında çıkan harpler ve başka etkenler sonucu Os-manlı Devleti'nin Anadolu'daki idaresi zayıf ve gevşek duruma düşünce Afşarların rahat bir göçebe hayatına devam ettiklerini görüyoruz. Devlet takibinin kalktığı bu günlerde Afşarlar daha da daha da güçlenmekte, kom-şu aşiretlerin çekindiği "Nargile takımı gümüş maşalı", "Sabahacak kandil-leri yanan", "Hizmetkarları fırıl fırıl dönen", "Yoksullara yardım eden" zen-gin ve hatırlı bir aşiret haline gelmektedir.
Kayseri-Elbistan-Malatya yolu yazları onların kontrolü altındaydı. 1838'de Afşarlar Posta Tatarlarına saldırmışlar, yolcuları soyarak, bir de köy basmışlardı. Afşarlar bu hareketleriyle öyle korku salmışlardı ki, Malat-ya'ya gitmek isteyen Alman Mareşal Moltke'ye, yolun Afşarlar yüzünden kuvvetli bir muhafız birliği olmadan geçilemeyecek durumda emniyetsiz olduğu söylenmiştir. Fakat Tomarza'daki Ermeni Piskopos'unun Moltke'ye dediği gibi Afşarlar baştan başa haydutlardan meydana gelen bir oymak değildi. Aralarında ipsiz-sapsızlar kendi halkının da düşmanı idi ve kendi aşireti tarafından da takip olunuyorlardı. Daha sonra Moltke, Afşarları şöyle nitelendirecekti: "Bu Türkmenler benim çok hoşuma gitti. Tabi nezaketleri iyi niyetlerinden doğma, bizimki ise terbiye ile elde edilme." Moltke'nin ifadelerinden de anlaşılacağı üzere onlar bolluk ve bereket içinde yaşama-larına rağmen bir kısmı saldırı, kavga ve soygundan da vazgeçmiyorlardı.
Ayrıca devlet idaresinin zayıflığı sebebiyle irili ufaklı derebeyi ailele-ri türemişti. Afşarlar Gökvelioğlu, Kozan oğlu, Küçükalioğlu gibi derebeyleri idaresinde onların mücadelelerine katılıyorlar, diğer Türkmen oymakları ile savaşıp kavgalarına devam ediyorlardı.
Afşar bünyesinden çıkan bu kovgun grupları yerleşik köylerin ye-rinden oynamasına ve zirai alanların tahrip olup azalmasına sebep oluyor-lardı. 1846-49 yıllarında Lek, Kuzu-Güdenli ve Kırıntılı aşiret atlıları ile be-raber Kayseri, Niğde, Kırşehir taraflarına kovguna gidiyorlardı. Afşar eleba-şıları arasında İsmail Bey, Avan Hasanoğlu (Akkışla'nın Ganişeyh kasabası-nın eski adı Avanoğlu'dur. Bilindiği gibi Akkışla civarına da Avşarlar yerleş-miştir.), Sarıvelioğlu, Mustafa Bey, Kamber ve İbrahim Kethüda, Haliloğlu, Duman Bey, Kadriağaoğlu, Şahrumanlı Mehmet, Hasan Hüseyinoğlu, Bıyıklıoğlu (soyu Sarız'ın Yalak Köyünde), Torun Ali, Veziroğlu, Cırrıkoğlu, Şatıroğlu (Uzunyayla'nın Sivas tarafında bulunuyorlardı. Şarkışla'nın Sivrialan köyünden olan büyük ozan Aşık Veysel de Şatıroğullarındandı.), Memilicik, Çuhadaroğlu, Şaştımoğlu (soyu Tomarza'nın Tahtakemer köyün-de), Terkeşlioğlu, Kocaali, Çerkes Bey, Askeroğlu, Kara Yusuf, Mucukoğlu, Köseoğlu (Pınarbaşı'nın Kavlak köyünde), Deli Halil, Paşa Bey, Topaloğlu (Pınarbaşı'nın Karamuklu köyünde), Muhazimoğlu, Kuşçuoğlu, Serçe Ha-san, Mirza, İbrahimoğlu, Berçenekoğlu Cansız Osman, Kuyucuoğlu, Hasanali, Deli Hösük (Sarız'ın Çürük köyünde), Osmancıkoğlu, Kolukırık Seyfali'nin adları geçiyor. Afşarların 1825 yılında 3.000 hane ile Çukurova-Uzun yayla arasında göçlerini sürdürdüğü aşiretin 40.000 koyun, 40.000 inek, 9.000 deve ve 3.000 keçiye sahip olduğu bilinmektedir.
Burada bir yanılgıya düşülmemesi için şunu belirtelim. Yukarıda i-simleri sayılan bir çok Avşar beyinin maiyetiyle birlikte tamamen Kayseri ve yöresinde yerleştikleri sanılmamalıdır. Tersine Avşarlar bu dönemlerde Adana, Hatay, Sıvas, Maraş gibi illerimizde sürekli dolaşıyorlardı. Bu aile-lerden bazılarının oralarda kalıp yerleştikleri tahmin olunabilir.
Afşarlar sürgünde bulundukları Bozok'ta Pehlivanlı oymağı ile de savaşmışlar ve bir defasında da beyleri Abidin Beyi öldürmüşlerdi. 1852'de Boz-Doğanlar ile savaşa tutuşmuşlardı. Afşarlar 1856 yılında tekrar yerleş-tirilmeye çalışıldı ise de başarısızlığa uğradı. O zaman başlarında Çerkez Bey ile İsmail Bey bulunuyordu. Afşarlar devlet tarafından yaylak yurtlarına iskan teşebbüsüne direnmekle ellerindeki son fırsatı kaçırmış oldular.
Burada bir noktaya değinmek istiyorum. Yukarıda görüldüğü gibi aşiret hayatında baskın, talan ve soygunlar önemli yer tutmaktadır. Bunun sebebini Osmanlı'nın bu asırlarda içine düştüğü siyasi, sosyal ve ekonomik çıkmazda aramak lazımdır. Tarım üretiminin yok olduğu, lonca sisteminin çöktüğü ve savaşların Türk halkını kemirdiği bu dönemlerde sefaletle uğra-şan toplulukların bu fiillere yönelmesi normaldir. Ancak bunun sadece Av-şarlarda olduğunu düşünmekte yanlıştır. Aynı sıkıntıları yaşayan gruplar genelde aynı tavırları sergilemiştir. Bu yüzden Çukurova bölgesi 200 yıla yakın bölgedeki aşiretlerin birbirileriyle kavgasına sahne olmuştur. Nitekim Çerkezlerin Uzunyayla'ya gelmeleri sonrası onların hırsızlık yaptıkları ve at çaldıkları da tesbit edilmiştir. Cevdet Paşa Avşar ve Sırkıntılıları kastede-rek "bunlarda dahi hırsızlık adeti var ise de Kürtlere nispetle pek ehven ve ehl-i ırz ademlerdir" demektedir. Şunu da belirtelim Avşarlarda hırsızlık-tan (gizlice alınan) ziyade talan (zorla alınan) söz konusudur. Prof. Mustafa Kafalı, Dadaloğlu Sempozyumunda verdiği tebliğde bu konuya da değinmiş ve küçükken babasına neden Avşarların kavgacı tanındıklarını ve sevilme-diklerini sorduğunu, babasının da "Oğlum sefalet, asaleti bozar" dediğini anlatmıştı. Bu yüzden yapılan bu fiillerden dolayı ne Avşarları, ne Çerkezleri ne de başka bir grubu suçlamak o dönemin şartları dikkate alındığında doğru olmaz kanaatindeyiz.
2. İskan Olayı ve Sonuçları
Osmanlı Devleti Çukurova'da asırlardır devam eden bunalımı sona erdirerek Türkmenleri yerleşik hayata geçirmek, Ermeni meselesini hallet-mek ve burada önemli güç haline gelen derebeylerini ve özellikle Avşarların güç verdiği Kozan oğullarını yıkıp merkezi idareye bağlamak, yüzyıllardır boş ve harap olan uçsuz-bucaksız ova ve araziyi tarıma açıp, bölgeyi şen-lendirmek için Fırka-i İslahiye adıyla bir birlik kurmuştur. Başında askeri harekat başkanı Derviş Paşa, idari işler başkanı A. Cevdet Paşa'dır ve asıl yetki de Cevdet Paşadadır.
Fırka-i İslahiye'nin kuruluş sebebi, 1853 Kırım Harbi'ne kadar da-yanır. Bu savaş esnasında çekilen asker sıkıntısı, Gavur ve Kozan dağları bölgesinden asker istenmesine yol açar. Ancak bu istek başına buyruk ha-reket eden aşiretlerce hoş karşılanmaz. İngilizlerin baş tercümanı Pizani'nin "Eğer teminat verirseniz biz Kozan-Oğlunu muharebeye sevk ederiz" diye-rek bölgeyi Osmanlı idaresine sokma teklifi de Sadrazam Reşit Paşa tara-fından yabancı eli girer ve karışıklık çıkar endişesiyle reddedilir. Reşit Paşa "Kozan bir müddet daha devlete isyanda devam ederse, oraya ecnebi eli girer ve Kozan'da imtiyazlı bir hükümet meydana gelir, başımıza bela olur. Şimdi sırası değil fakat ilerde Kozan'ı ıslah etmeliyiz" diyerek endişesini dile getirmiştir. Görüldüğü gibi Aşiretlerin devlete karşı tutumundan yarar-lanmak isteyen İngilizlerin bölgeye sokulma çabası vardır. Böylece ileri bir tarihe ertelenen bu iskan işi şartların da elvermesiyle 1865'te Osmanlı or-dusunun Çukurova'ya gelmesiyle başlamış oldu. Sümer, Fırka'nın asıl ama-cının Çukurova'da daha iyi hayat şartları sağlamaktan ziyade çekilen asker sıkıntısını telafi etmek ve bölgeye yabancı eli girmesini engellemek için olduğunu söyler.
Fırka-i İslahiye'nin amacı, İskenderun'dan, Maraş ve Elbistan'la Ki-lis'ten Niğde ve Kayseri'ye Adana Eyaletinden Sivas Eyaleti hududuna ka-dar olan bölgeleri itaat altına almaktı. Ancak bundan ilki yani İskende-run'dan Maraş ve Elbistan'a kadar olan sahanın iskanı yapılabilmiş, diğer kısmının iskanı ise daha sonra güçlükle ve çatışmalarla sağlanabilmiştir. Padişah Abdülaziz (1861-1876) döneminde kurulan bu ordu yedi Balkan taburu, I tabur Girit askeri ile Hassa ikinci süvari alayından oluşuyordu. Harekata katılan diğer gruplarla birlikte on beş piyade, iki alay süvari ve 500-600 Çerkez-Gürcü atlılardan müteşekkildi.
Bütün bu bölgelerde sayısı 26'yı bulan (5'i aile) bir aşiret ve aile topluluğu vardı. Bunlar, Afşar, Varsak, Reyhanlı, Sırkıntılı, Tecirli, Cerid, Oruçlu, Karacalar, Yağı-basan, Boz-doğan, Ulaşlı, Kapulu, Delikanlu, Çelikanlu, Kırıntılı, Lek, Hacılar, Karafakılı, Şeyhler, Okçu İzzeddinli ve Amiki aşiretleriyle, Kozan-Oğulları (Kozan, Türkçe'de tavşan demektir.), Küçük Ali-Oğulları, Kökülü-Oğulları, Menemenci-Oğulları ve Karsantı-Oğulları aileleri idiler. Çukurova'nın en büyük aşiretlerinden biri olan Sırkıntı aşireti batılı seyyahlar tarafından Afşarlara mensup bir oymak ola-rak gösterilmiştir. Sırkıntılılar ile ilgili en eski bilgi 1730 tarihine aittir. Bu tarihte Sırkıntı-Oğlu Mehmet, Karsantı-Oğlu, Karanebi-Oğlu ve Kerim-Oğlu ile birlikte Rakka'ya iskanı emredilen Recepli Avşarı'nın kaçmasını önleme-ğe memur edilmişti. Bunlardan Yağı-Basan aşireti de Avşar olmalıdır. Çünkü Pınarbaşı'nın Şabanlı köyünde oturan Körcüklü sülalesi Çukuro-va'dan gelmedir. Körcüklülerde anlatılan aşiret geleneğinde Körcüklüler ile Yağı-Basan aşireti iki kardeşten türemedir. Kendilerinin göç ederek bu böl-geye geldiklerine, Yağı-Basan'ın ise yerinde kaldığına inanılıyor. Ayrıca Kadirli'nin Araplı köyü Avşardır ve Yağıbasan sülalesi yaşamaktadır. 31 cemaatten oluşan Afşarlar Çukurova'nın en büyük aşireti idi. Kozan şehri ile Ceyhan nehri arasında kışlarlar, yazın ise Uzun Yayla'ya çıkarlardı.
Bu ailelerden, Antep'ten gelme ve üçyüz hanelik Arıklı obasından olan Kozan-Oğulları en kuvvetlileri olup Çukurova'da her zaman ağırlıkları hissedilmiştir. Afşarlar büyük ölçüde Kozan-Oğulları'na destek vermişler ve onlara bağlı bulunmuşlardır. Yabancı seyyahlar Kozan-Oğulları'nı Afşar Beyleri olarak göstermişlerse de, 1719 tarihli bir hükümde Osmanlılarca Varsak Türklerinden oldukları belirtilmiştir. Faruk Sümer de Kozan-Oğullar'nın Varsak oldukları görüşündedir. Ancak Kozan oğullarının An-tep'ten geldikleri ve bu bölgenin Boz-Oklara mensup olduğu düşünülürse onların Boz-Oklardan olduğu ve Afşar olma ihtimallerinin yüksek olduğu anlaşılır. Üstelik 1690 yılında Avusturya Seferine çağrılan Kozan-Oğlu ve Varsaklar ayrı birer cemaat olarak zikredilmiştir. Günümüzde bazı Afşar köylerinde soyu Kozan-Oğulları'ndan inen bir kısım aileler de Afşar oldukla-rını söylemektedir.
Kozan ve havalisini ellerine geçirmiş bulunan Kozan-Oğulları, böl-gedeki aşiretleri de (Afşar, Sırkıntı, Varsak, Tecirli, Cerid) kendilerine bağ-layarak özellikle de Afşarlara dayanarak devlete karşı geliyorlardı. Kozanlı-ları sindirmek için gönderilen kuvvetler ise başarı elde edemediler. Kozan-Oğlu Büyük Yusuf Ağa'nın, Yozgat'taki Çapan-Oğulları'ndan Cabbar-zadeler Kozan'a saldırınca onları büyük bir bozguna uğratması ünlerinin yayılmasını sağladı. 1832 yılında Mısırlı İbrahim Paşanın Adana'yı ele geçirip, Ko-zan'a yürüdüğü sırada onu da yenmesi üzerine şöhretleri arttı. Öyle ki, padişah emirleri geldiğinde gönderdiği cevapta "Ammimoğlu bunca memaliki havza-i tasarrufuna geçirmiş, bir avuç Kozan dağlarını dahi bana çok görmemelidir." diyecektir. Kıbrıslı Mehmet Paşa'nın, üzerlerine gön-derdiği bir fırkayı da Kadirli civarında yenmeleri üzerine tamamen ser-best kalmışlar ve bölgenin tek hakimi durumuna gelmişlerdir. Kozan-Oğulları kime güvense üzerine aşiretlerden birini musallat ettiğinden Adana Meclis-i Kebiri'nde bile alenen Kozan oğlu aleyhine söz söylemez idi. Kozanoğlu'nun izni olmadan hiç kimse Kozan'a giremez, Kozan hududun-dan çıkamazdı. Kozan oğulları idaresinde Kozan iki kısma ayrılıyordu. Garbi (Batı) Kozan: Kozan oğlu Ahmet Ağa yönetiminde Kozan'dan Adana'ya kadar Çukurova. Şarki (Doğu) Kozan. Kozan oğlu Yusuf Ağa yönetiminde Kozan'dan Uzunyayla'ya kadar olan yerler.
28 Mayıs 1865 tarihinde gök renk ordu İskenderun'da karaya çıka-rak padişah fermanının daha açık izahı olan beyannameyi beylere gönder-meye başladılar. Fermana karşı gelenlerin kahrolacakları, sığınanların ise korunacakları beyan edildi. Fermanda Çukurova halkına hitaben şöyle deni-liyordu :
"...sizler servet imar edilirse ülkenin en verimli yerlerinin halkı o-lup, sizin dahi her gün saadet haline kavuşmanız, buraların emniyet ve huzurunun istenilen olgunluğa gelmesi istenir ve arzu olunurken, nasılsa durumunuzla ilgilenilmediğinden ve içinize uygunsuzluk girdiğinden bir müddetten beridir bu dağlarda zarar verecek bir takım hareket vuku bul-makta ve bu ise halkın beylerini zor kullanma yolunda ve eski derebeyliğin özelliği olduğundan ve halkın bireylerinin dahi bir kısım cahil ve kötü mak-satlıların ‹İslamiyet ve insaniyete karşı olarak bölgede serkeşlik ve kötülük yoluna gittiklerinden, bütün halkı töhmet altında bırakıp vatanınızı fitne ocağı ve hırsız yatağı şeklinde göstermekte oldukları" belirtilerek "...bir elde bağışlama beratı ve diğer bir elde şeriatın adalet kılıcı olarak gelindi. şahane askerlerin üzerinde dalgalanan sancak herkes için sığınılacak gü-venli bir yer olduğundan sığınanların korunacağı, askerin süngüsüne karşı gelenler dahi kahrolup yok olacaklardır".
Padişah fermanı aşiretler arasında büyük bir panik meydana getir-miştir. Dadaloğlu bunu şöyle söylüyor:
"Belimizde kılıcımız kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın, dağlar bizimdir."
Önce Gavur ve Kürt dağları ile Amik ve Dumdum ovasında ıslahat yapıldı ve buradaki aşiretler başarıyla yerleştirildi. Yeni kasaba ve köyler kuruldu. Buradan geçilerek Osmaniye ve Hemite kalesi bölgesi iskan edildi. O dönemde Çukurova'nın bomboş, ıssız ve tarıma kapalı olduğu unutul-mamalıdır. Bataklık ve sivrisineğin bol olduğu bu yerde sıtma da kol gezi-yordu. Gavur ve Kürt Dağları'nın iskanı yapıldıktan sonra Çukurova tarafına geçildi. Burada Dulkadırlı'ların eski hükümet merkezi olan ve harap bir halde bulunan Kars-ı Zülkadriye, yeniden imar edilerek çevredeki aşiretler-den bir bölüm buraya yerleştirildi. Böylece Tatarlı, Sunbas ve Savrun nahi-yelerinden kurulu Kadirli Kazası oluşturuldu. Fırka-i İslahiye buradan Ko-zan'a (Sis) doğru yol alır.
Fırka gelinceye kadar Kozan'a devlet kuvvetleri girmemişti. Ermeni-ler, Fırkayı neşeyle karşıladıkları halde Kozan oğulları ve Afşarlar karşıla-maya gelmediler. Bu sırada halk zaten yaylada idi ve Kozan'da birkaç bek-çiden başka kimse yoktu.
Derviş ve Cevdet Paşa önce Ahmet Ağa ile anlaştı. Derhal padişah-tan irade çıkarılıp Ahmet Ağa, Paşa yapıldı ve Kütahya mutasarrıflığına tayin edildi. Yusuf Ağa ise 2500 kuruş aylıkla Maraş'ta ikamete razı edildi. On üç yaşındaki oğlu Ali ise Mekteb-i Harbiye'de okutulacaktı. Kozan-Oğulları'ndan öteki kişiler de birer miktar maaşla başka illere gönderildi. Ancak Yusuf Ağa Sivas'a giderken yolda Avşarlar tarafından karşılanır ve savaşması için ikna edilir. Bunun üzerine Avşarların desteğini alan Yusuf Ağa Fırka-i İslahiye'ye karşı savaş açtı. Çoğu Avşarlardan kurulu kuvvetleri ile Haçın, Feke bölgelerini ele geçirdi. Çukurova'ya beyannameler dağıtma-ya başladı.
Oysa ki, Derviş Paşa'nın şeş-hane topları, mavzerleri karşısında; Türkmenlerin kılıcı, gürzü, mızrağı, filintası tesir etmeyecekti. Islah ordusu Afşar topraklarına yaklaşınca herkesi bir korku aldı. Savaş olacak, kan aka-cak, kısaca Türk Türk'ü kıracaktı.
Diğer oymakların kolayca iskan edilmelerine karşı Afşarlar diren-mişler ve neticede ordunun sert tedbirler almasına yol açmıştır. Dadaloğlu, bu günleri "Hiç gitmiyor aşiretin belası" diye anlatmaktadır. Beladan kasıt ise iki şeydir. Biri Avşarların "gecebaş" dedikleri sıtma hastalığı, diğeri ise Osmanlı'dır. Fırka ile Yusuf Ağa arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Paşalar yöre halkını Kozan oğulları aleyhine ayaklandırmaya çalıştı ise de başara-madı. Bu arada Gürleşen Köyünden (Feke'ye bağlı) Misli Hasan Kahya hile ile Yusuf Ağayı yakalar ve Fırkaya teslim eder. Yusuf Ağa kaçsa da askerler tarafından vurulur ve yaralı yaralı idam edilir. Dadaloğlu bir şiirinde Yusuf Ağa'yı şöyle anlatıyor.
"Aşağıdan Yusuf Paşam geliyor
Düşmanına karşı koyan mert olur
Şahin kocasa da vermez avını
Aslı kurt yavrusu gene kurt olur"
Bu çarpışmalarda büyük zayiatlar verilmiş, "boynu uzun atlar mezata gitmiş, çadırlar sökülmüş, kavgaya girenler sağ çıkmamıştır".
Kozan oğulları, itaat altına alındıktan sonra İstanbul, Şam, Trablusşam, Yozgat ve Sivas taraflarına sürüldüler (Sözgelimi İstanbul'da oturmasına izin verilen Kozan-Oğlu Ahmet Bey, hasret ve acı dolu bir mek-tubu II. Abdulhamit'in selamlık arabasının içerisine atınca bu olayı haber alan padişah "bana kağıt atan her şeyi atar" diyerek Ahmet Bey ve arka-daşlarını Trablusgarb'a sürdü). Kozan ve çevresi üç kazaya bölündü (Sis, Belenköy, Haçın). Kadirli'de bunlara eklenerek 4 kazadan oluşan bir sancak oluşturuldu ve kaymakamlığına Mirliva Hüsnü Paşa getirildi. Merkez olarak ta Sis kasabası uygun görüldü. Bu arada, daha ordu Sis'te iken halk arasında kolera hastalığı yayılır ve Fırka-i İslahiye askerlerine de sıçrar. Çok sayıda ölenler olur. Hastalık yüzünden fırka daha ileri gidemedi. Fe-ke'de bir miktar asker bırakılıp geri çekildi. İskan diğer yerlerde başarılı olmuşken Kozan'da yarım kaldı. Bu savaşlar sonunda Afşarların ileri gelen-lerinden bir kısmı tutuklanarak İstanbul'a gönderildi. Halit Bey Diyarbakır'a sürüldü (Pınarbaşı'nın Halitbeyöreni köyü, Avşarların miri reisi olan Halit Beyin yaşadığı yerdi.). Hacı Bey ise obasını alarak Bozok'a gitti. Neticede Afşarlar Fırka-i İslahiye ile anlaşmaya varabilmişlerdir. Onlar yaylakları olan Uzunyayla'da yerleşmeye razı olmuşlardır.
Avşarların iskanı kabul ettiği bu sıralarda ise başlarına yeni bir fela-ket gelecektir. Rus istilası sonucu memleketlerini terk ederek İmparatorluk Türkiye'sine sığınan Kafkas muhacirlere yer arayan devlet, iskan siyaseti-nin en hatalı işini yapıyor ve bula bula yerleşmeyi kabul eden Afşarların yurtlarını ve yaylalarını bularak bu muhacirlere veriyordu. Basiretli bir iskan siyaseti, bu Çerkez muhacirlerin boş yerlere iskan olunmasını gerektirirdi. Halbuki vatandaşlık insan ve mülkiyet hakları çiğnenerek iptidai bir usulle yıllardır bu toprakların sahibi Afşarlar sürülüp, yurtları muhacirlere verilecektir. Uzunyayla'nın Çerkezlere verilmesini bizzat Abdülaziz ve o dönemin hükümeti emretmiştir. Bunda herhalde Abdülaziz'in annesinin Çerkez olmasının yanında Rus istilası sonucu Osmanlı'ya Çerkezlerin göçü başlayınca, padişah sarayı ile büyük konakların Çerkez cariyeler ile dolmuş olmasının büyük rolü vardır. Son zamanlarda kadın efendiler ile Valide Sul-tanlar da Çerkez kadınlar arasından çıkmıştır.
Avşarlar kendi yaylakları olan Uzunyayla'ya Çerkezlerin yerleşmesini önlemek istemişler ve bunun sonucunda iki taraf arasında çatışmalar patlak vermiştir. Bu tarihlerde hükümet göçebelere karşı göçmenleri daha fazla koruyordu. Çünkü Afşarları kontrol altına almak için Çerkezlerden yararlanmaya çalışmaktaydı. Ayrıca Afşarların Uzunyayla ile Çukurova ara-sında gidiş gelişleri sırasında çiftçi halkın tarla, bağ ve bahçelerine zarar vermeleri yüzünden bu halkta hükümete Afşarlardan olan şikayetlerinin iletmişlerdir. Bu da hükümeti Afşarların aleyhine daha çok döndürmüştür. Devlet, Çerkezleri Uzunyayla'nın giriş ve çıkışlarını kontrol ederek Afşarları buraya girmekten men edecek geçitleri koruma görevini yerine getirebile-cekleri yerlerde yerleştirildi. Bunun üzerine Afşarlar, Çerkezlere saldırarak zayiat verdirmişler, sonuçta iki taraf arasında çetin çatışmalar olmuştur (1861. Bu çatışmalar genelde Halitbeyöreni, Kaynar ve Yahyabey köyleri arasındaki sahada gerçekleşti). Sivas Valisi olay yerine gelerek iki tarafı barıştırmış ve Afşarların öldürdükleri Çerkezler için diyet olarak bir miktar para vermeleri ile olayları yatıştırmıştır. Ancak ertesi yıl aralarında yine çatışma çıkınca, hem Çerkezlere hem de yerli halka karşı tehdit oluşturduk-ları gerekçesiyle devlet Afşarlar üzerine asker gönderdi. Bu savaşlarda Çerkezlerinde desteklediği Osmanlı ordusu Avşarları kırarak itaat altına aldı. Devlete olan birikmiş vergi borçlarını da ödemeye zorlamış ve bir kıs-mını Harput ve Kastamonu gibi uzak yerlere iskan etmiştir. Ayrıca elebaşla-rının bazılarını kur'a neferi olarak askere almış, bazılarını da Ergani Made-ni'ne sevk etmiştir. 1863'te Afşarların hükümetin otoritesi altına alınmaları ve bilhassa 1865'de zorla toprağa bağlanmaları ile Çerkezlerin Uzunyayla'ya yerleştirilmesi kolaylaşmıştır.
Ayrıca bazıları devlet tarafından Artvin bölgesine yerleştirilerek sı-nırda görevlendirilmiştir.
İskan sırasında Afşar boy beyi Çerkez-Oğlu Hacı Bey'dir. Zamanla Çerkezlerle Afşarlar arasında sükunet olur ve Pınarbaşı ilçesi Potuklu köyü sınır kabul edilir. Böylece devlet desteği ve beylerin de göz yumması ile Razamazan-oğullarından bu yana Afşarların yurdu olan Uzun yayla Çerkez-lere terk edilir.
Afşar Beyi Hacı Bey Fırka-i İslahiye'ye gelerek Uzunyayla'nın elden çıkması ve yerleşmekte devlet emri olduğundan Sarız havalisine aşireti ile yerleşmek istediğini belirtir. Böylece Afşarlar Kayseri yöresinde Sarız, Pınarbaşı ve Tomarza ilçeleri, Adana'nın Tufanbeyli, Kozan, Kadirli ilçelerin-de yerleştirilir. Yeni köyler, kasabalar kurulur. Nüfus kütüklerine geçerek ilk defa resmen Osmanlı vatandaşı olurlar. Arazi tapuları ise bundan sonra verilmeye başlandı.
Sırkıntı aşiretine gelince, onlar Çukurova'da kışlar, İnderesi'nde yaylaya çıkarlardı. Sırkıntılılar, henüz 1859'da Kozan-Oğullarının idaresi altında zulüm gördükleri için ziraatla uğraşmak istediklerini bildirerek is-kanlarını istemişlerdi. Fırka onları kışlaklarına iskan etmiş ve bir çok köyler kurmuşlardı. Sırkıntılılar, Sarıçam ile Ceyhan nehri arasında 18 köyde yaşamaktadırlar ve Tepecikören köyü bey köyüdür.
Fırka-i İslahiye ile Türkmenlerin son savaşı 1877'de Kilken Çayı ile Akdeğirmen (Kozan Barajı kuzeyi) tarafında oldu. Türkmenler 75 ölü ve 200 yaralı verirken Fırka görevlisi Akif Paşanın tek ölmüş adamı yoktur.
Fırka-i İslahiye'nin bu iskan hareketi bazı zararlar doğurmasına rağmen başarılı olmuş ve devir için faydalı hizmetler görmüştür. Bölgedeki aşiretlerin çoğu zorluklarla karşılaşılsa da başarıyla yerleştirilmiş, kimi aşi-retler de kazanılarak iskana kolaylık göstermelerine sebep olmuştur. Üste-lik, daha önce yerleşik hayata geçen bazı aşiretlerin hayat seviyelerini yük-selmesi aşiretlerin bir kısmını iskana yönlendirmiş ve Fırka'nın gelmesinden çok önce yerleşmek için baş vuranlar da (Kırıntılı ve Sırkıntılılar) olmuştur. Böylece yerleşilen bölgeler şenlenmiş, ziraat gelişmiş ve kargaşa sona er-miştir. Kurulan kasabalar zamanla gelişerek günümüzde önemli merkezler haline gelmiştir. Islahatın bazı hataları yüzünden bölgeyi terk eden (genel-likle Halep ve çevresine kaçmışlardır) aşiretler de olmuştur. İskan sırasında konar göçerlerin hayvan otlatmalarına bakılarak iskan sahasında mera bulmalarına dikkat edilmiş, kendi istedikleri yerlere yerleşmelerine rıza gösterilmiştir. Ancak fırkanın bu hoş görünüşü Afşarlardan esirgediğini görüyoruz. Onlar nüfus bakımından diğer Türkmenlere nazaran daha kala-balık olmalarına rağmen, dağlık, dar ve verimsiz bölgelere yerleşmek mec-buriyetinde kalmışlardır. Toplu olarak ise Kayseri'nin Pınarbaşı, Sarız ve Tomarza ilçeleri ile bunlara bağlı yüz civarında köye yerleşmişlerdir. Yayla yöresine yerleşenlere Çukurova'ya inmek; Çukurova'ya yerleşenlerin ise yayla yörelerine gitmeleri yasaklanmıştır.
Prof. Besim Atalay bu konuda şunları söylüyor.
"Kuru iskan imha demektir. Asırlardan beri alışılan bir hayat tarzı birden bire değiştirilemez. Bunlar derece derece iskan ve ıslah edilmeleri gerekirken bu yapılmadı. Üzerlerine asker çekildi. Ordu sevk edildi. Topa tutuldu. Obaları, yaylaları, kışlaklar yakıldı, yıkıldı, beyler kurşuna dizildi. Kadın ve çocuklar öldürüldü. Gelinler esir edildi. Neticede Türklük dağıtıldı. Türklüğü üç büyük kıtada hakim kılan bu sevimli babayiğitlerle beraber ocakları, koyunları, hayvanları mahvolup gitti."
Ünlü ozan Dadaloğlu da bu olayı şöyle anlatıyor :
"Derviş Paşa, yaktı yıktı elleri
Soldu bütün yurdumuzun gülleri
Karalar giydik te attık alları
Altınımız geçmez akça tunç oldu"
19.yy'da Anadolu'yu gezen Avrupalı gezginler yoksul fakat asil ruh-lu ve namuslu Türk milletinin fena idareciler elinde mahvolduklarını söylü-yorlardı.
200 yıla varan iskan siyaseti sonucu Afşarlar, en son Kayseri'ye yerleşmişlerdir. İskanda Adana'da iki Afşar köyü kurulmuştur. Amber Ağa, obası ile Fırkaya gelerek yerleşmek istemiş böylece Amberin-arkı köyü kurulmuştur. Diğeri ise Azaplı köyüdür. Uzunyayla'ya gelince burada sade-ce bir tek Afşar köyü yerleşmiştir. Şarkışla'ya bağlı Kapaklıpınar köyü. Af-şarların geri kalan bakiyeleri ise Adana'nın Tufanbeyli, Kozan ve Kadirli ilçelerinde yerleşmiş, bir kısmı Maraş ve Sivas dolaylarına bir kısmı da İsla-hiye bölgesinde ve Hatay'da yerleşmişlerdir. Onlar bu son iskandan önce sürüldükleri Yozgat ve Kırşehir'de kalarak köyler kurmuşlardır. Ankara ve Kırıkkale çevresinde de Avşarlar önemli izler bırakmışlardır.
Afşarlar, Anadolu Türkmenleri içerisinde en geç yerleşmeye razı ol-duklarından, Toros Dağları'nın verimsiz topraklarında, diğer yerleşik nüfusa nispeten fakir düşmüşlerdir. Reform ordusu, Afşar aşiret ruhunu silmek, göçebelik döneminin kötü hatıralarını yok etmek için; yerleşik hayatta köy-lü olarak sulh içinde üretim hayatına geçmelerini uygun görmüştür. Diğer yanda Sivas, Maraş havalisinde Ermenilerin çoğunlukta bulunduğu yerleşim merkezlerinin arasında; Saimbeyli'den öte Kayseri-Sarız arasında; Afşar ismiyle değil, Afşar oba ve aile isimlerine göre köylerde oturmalarına, dola-yısıyla kümelenip il tutmalarına izin verilerek Ermeni isyanlarına karşı bir güvenlik unsuru olmaları düşünülmüştür.
Devlet, Afşarlara hesap yapmadan, el işaretiyle sadece bölge gös-tererek onlara yerleşmelerini istemiştir. O sebepten iskanın ilk 10-15 yılı oldukça karışık geçmiştir. Akraba olanlar, aynı obadan olanlar, aralarında özel dostluklar bulunanlar aynı köye veya birbirlerine yakın köylere yerleş-tirilmişlerdir. Yeni kurulan köylerin isimleri de bu zamanlarda verilmeye başlanmıştır. Fakat devlet tarafından aşiret ismiyle anılan köy ve mahalle kurmaları yasaklanmıştır. Bunun en büyük amacı ise, göçerliklerini, yani Afşar Türkmeni olduklarını unutturmaktır.
"Yabanlu Pazarı" adlı çalışmasını yaparken Avşarların yaşadığı köy-leri gezen rahmetli Prof. Faruk Sümer aynen şunları yazmıştı. "Ne Afşarlar uğradıkları haksızlıkları Cumhuriyetten önceki hükümetlere anlatabilmişler, ne de hükümetler onların meselelerini anlayabilmişlerdir. Bu yüzden Avşar-ların mağdur durumları bugüne kadar sürüp gelmiştir. Bey aileleri de boy-daşları gibi yoksul bir duruma düştükleri için töre korunamamış ve eski bir söz ile -her ev bir Kara Han- gibi olmuş yani töreleri çiğneyerek başına buyruk hareketler başlamıştır. Bunun sonucunda kendi aralarında sık sık çıkan üzüntü verici hadiseler bugüne kadar sürüp gelmiştir. Komşularından onlar hakkında menfi sözler işitilmesinin sebeplerinden biri de herhalde budur. Ancak Afşarları küçümseyen mağrur komşuları onların evlerini gece yarısında bile gelen en yoksul yolculara açtıklarını ve yoksul ev sahiplerinin yarım ekmeklerini bir daha karşılaşmayacakları konuklarına yedirdiklerini itiraf etmişlerdir. Böyle bir hareket yüksek bir insanlık duygusuna sahip olmakla ilgili değil midir ? "
Bu karışık dönemin ardından Afşarlar yaylada ilk kışlarını geçirmeye başlamışlar; ilk birkaç yıl içinde hastalıktan soğuktan ölenler ve telef olan hayvan sürüleri oldukça çoktur. Duvar ustası, demirci, kalaycı gibi zanaat-karları Saimbeyli Ermenilerinden sağlamışlardır. Sabanla çift sürmeyi, ekin biçmeyi, tırmık çekmeyi ve bostan ekmesini ise 93 muhacirlerinden öğ-renmişlerdir.
İskandan sonra 1877-78 Türk-Rus savaşına (93 Harbi) katıldıklarını ve çok sayıda şehit verdiklerini görüyoruz.
Türk İstiklal Harbi esnasında Afşar vatanseverlerinin, Toros Dağla-rı'nda kümelenmelerinden dolayı ortaya koydukları kahramanlık hareketleri milli iradenin eşsiz örnekleri arasındadır. Onlar Enver Paşa komutasında Sarıkamış harekatına katıldıkları gibi güney cephesinde de Osman Tufan Paşa'ya yardımcı olmuşlardır. Tufan Paşa "Afşar aşireti temiz bir Türk kabi-lesi olup Aziziye mıntıkasında ziraatçılık yapar, silahını iyi kullanır, kuvvetli bir aşiretti." diyor. Afşarlar, Toroslarda Ermeni ve Fransızlara karşı Gizik Duran emrinde de savaşmışlardır. Onlar bu savaşlarda bütün varlarını-yoklarını harcayarak tamamen fakir düşmüşlerdir. Milli Mücadele yıllarında merkeze yazılan bir raporda ; "Aziziye Kazasının 70 köyünü halis Türk olan Afşarlar'ın teşkil ettiği, bunların Kozan hududunu oluşturan Sarız nahiyesi ile Toklar ve Pazar-viran'da sakin oldukları, son harpte varlarını yoklarını verdikleri ve bundan dolayı tam manasıyla fakir düştükleri, koyunculuk ve ziraatçılıkla uğraştıkları, hayvanlarını en yakın çıkış yeri olan Çukurova'ya indirerek satmak zaruretinde oldukları" belirtilerek, devamla şöyle denmek-tedir : "Bu bölgenin ticaret ve geliri Adana ve Maraş Pazarlarına dayandığı için ve buralar işgal altında olduğundan, her ne kadar Gürün, Aziziye, Da-rende, Malatya, Kayseri halkı tamamen halis Türk'te olsa, menfaatlerini Devletin gözetmesi lazımdır, yoksa bölge halkının devlete bağlılığı sözde kalır". Afşarların bu derece Kuva-yı Milliye hizmetinde bulunmaları; on-ların şecaatinin yerleşik hayata geçişte, mili kahramanlığa dönüşmesi ola-rak görülebilir.
İskandan sonra günümüze değin geçen süre zarfında köylerde ta-rım ve hayvancılıkla geçinmeye çalışan Afşar Türkmenleri, dağ köylüleri olarak ihmal edilmiş ve yoksulluğa terkedilmişlerdir. 2500 yıldır Türk ismi-nin ulaştığı her yere giderek devletler ve hanedanlıklar kuran, Türk'ün ada-letini Sirderya ve Mısır arasındaki bütün bölgelere götüren, Anadolu'yu Türk ve İslamlaştırmada en büyük gayreti gösteren aşiret sanki bunlar değil. Bin yıl evvel Orta Asya'da nasıllarsa, Anadolu'da da aynı kalmışlar, geleneklerini ve kültürlerini çok iyi şekilde muhafaza etmişler, taklit ve yozluğa sapmayarak Türkmenliklerini, Yörüklüklerini korumuşlardır. Bunun en güzel örnekleri Avşarlarda yaşayan ve Orta Asya'ya bağlılıklarını göste-ren bir takım atasözleridir. Tomarza'nın Taf (şimdi Dadaloğlu kasabası) köyünden Beşir Önder'den derlenen bu sözlerde Türkistan'da yaşayan bazı Türk boy ve yer adlarının geçmesi dikkate şayandır. Bu atasözlerinin bazı-ları halen köylerde hatırlanmaktadır. Bir misal olması bakımından bu ata-sözlerini buraya alıyoruz.
"Hunlu ettin, ünlü ettin (Hun Türklerine işaret ediliyor). Oğuzluyam, yavuzluyam. Oğuzlardanım (Soy şuuru). Yasa pese (emre itaat). Eğreğimde Gökbüre (Gökbörü, eski Türkçe'de Bozkurt demektir). Ergonem var, erginem var (anlamı durak yerlerim, delikanlılarım var. Ergenekon adıyla benzerliğine dikkat edin). Otaklı, ötekli (Oturacak yeri, söz söyleye-cek insanı var. Otağ, hükümdar çadırına denirdi). Gonca güllüyüm, Beğdilliyim. Şoru Beydilli, boyu bozkurt (Şor - söz). Beğdilli, dili ballı (bi-lindiği gibi Beydililer, Yıldız Han soyundan olup Avşarın küçük kardeşidir). Dili ballı bozkurt. Haycı Nogaycı (Yaygaracı insanlara denir). Özbek özbek (Pek arzu sahibi). Kınıklı, konuklu (Misafir seven insan için söylenir). Allı ol, kaylı ol (İyi giyin demektir. Kayı boyu kastediliyor). Soylu Kaylı (asil kişi). Aral'dan Tural'a (Her yere yol gider). Baykal'da su arar (olmayacak işin peşinden gidenlere denir). Harzem'de hazinem (fakirliğine bakmayıp söz edene denir). Çin başı bir akça (değersiz iş için söylenir). Yolumuz Tibet'e (zor ve kötü iş, kötü insana iş düşünce söylenir). Hazer'den kaçar, bezere gider (işini bilmeyen şaşkın). Havran eniği, gökbörüğü (Avşarlarda eskiden nineler torunlarının saçlarını böyle söyleyerek okşar ve severlermiş). Kar-deş gibi yaren Turan gibi yayla olmaz.