Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Hz. Muhammed
Millî eğitim esas olduktan sonra onun lisanını, usûlünü, vâsıtalarını da
millî yapmak zarûreti münâkaşa edilemez.
Mustafa Kemal Atatürk (1924)
Dil ve Anayasa
Her bağımsız ülkede eğitim dili ülke çoğunluğunun dilidir. "Yabancı Dille Eğitim" bir kültürel soykırımdan ibârettir. Buna artık derhal son verilmeli.
Türkçe'ye ister "T.C.'nin dili", ister "resmî dili" desinler, Anayasa'nın bu maddesi değiştirilemez ve bunun anlamı eğitimin her düzeyde kesinkes Türkçe ile olmasıdır.
Bu hep böyleydi ama, 1953'ten itibâren İngiliz, Amerikan mârifetiyle anayasaların bu maddesine hep aykırı hareket edildi. Peki bu, "Tarzanca" ile sömürge eğitimi felâketini başımıza kim sardı? Önce 1953'te Türk Eğitim Derneği (T.E.D.), hemen ardından "Anatolia Liseleri" ile devlet, sonra bazı cemaatler, ticârî amaçlı özeller, ve vakıflar. Bu, 1953'ten bu yana - dikkatinizi çekerim- her çeşit hükümet zamanında ve 10 yılda bir getirilmiş olan askerî müdahaleler zamanında oldu. Amerika'nın kurdurduğu "Middle East Technical University" 1960 ihtilâli sırasında, gene onun (Robert Koleji bizim cebimizden büyütebilmek için) kurdurduğu "Bosphorus University" 1971'deki ihtilâl zamanında vücut buldu. 1980 ihtilâlinde YÖK'ün kurdurulmasıyla işler tamamen çığırından çıktı. Sömürge eğitimi eski, yeni her evrenkente (üniversiteye) bulaştırıldı. 1990'larda ise bir millete yapılabilecek en büyük düşmanlık ve içerdekilerden en büyük ihânet, yabancı dille (ki artık hep sömürgesi olduğumuz ülkenin dili mânâsına geliyor) eğitimin anaokullarına kadar indirilmesi.
AVRUPA BİRLİĞİ İSTİYOR YUTTURMACASI
Ee, hani anayasanın birinci maddesi vardı, başka dilden eğitim yapılamazdı. (Atatürk'ün millî eğitim kanunları da cabası). Ne oldu? Çok garip, bir konuyu saptırma, kamuoyunu oyalama oyunu daha kullanıldı. Avrupa Birliği'nin kendisinde öyle bir şey olmadığı hâlde, onlar istiyor yutturmacasıyla bir 'etnik dillerden eğitim' lâfı çıkardılar. Biz kimsenin ana diline karşı değiliz. İyi hoş ta peki kendini Türk sayanların, anadili Türkçe olanların eğitim dili ne olacak? Uygulamaya bakılırsa gitgide İngilizcemsi 'Tarzanca'. Ama işin asıl garibi: Herkes (yalnız Türkiye'de değil, dünyada) kendi dili, eğitim dili diye patırtı çıkarırken bir tek Türklerden ses yok! Sanki huliganların torunu sanmağa başlamış kendini pek çok kişi. Durum Kerkük ve Musul'dakine benzemeğe başladı (Allah korusun!); Türkiye'den birileri gidip orada bir okul, bir de evrenkent açmışlar haberini aldım. Bu okullarda eğitim dili "Kürtlere Kürtçe, Türkmenlere, yâni Türklere İngilizce". Kürtler anadilini istiyor da Türkler İngilizce mi istiyor? Şu işe bak. Kimin ne istediğinden emin olamayız, ama şurası muhakkak ki küresel kıraliyetçiler öyle münasip görüyor.
RESMÎ DİLİ İNGİLİZCE YAPIP İŞİ BİTİRECEKLER
Anayasaya hep aykırı olmuş bu eğitim konusuna niye 50 yıldır bizden başka itiraz eden olmadı? Ayıp değil mi? Ne sağdan, ne soldan (onlar ne iseler?), ne din kesiminden, ne Atatürkçü geçinenlerden, ne aydın geçinenden, ne halktan. Neden 50 yıldır anayasaya, her on yılda bir 1. maddeye aykırı maddeler, yabancı dilli evrenkent açmak için, eklenirken (anayasada ne işi var?) neden hukuk câmiası toplu dâvâlar açmadılar? Geç de olsa şimdi yapsınlar artık (bunu örneğin "Bye- Bye Türkçe" kitabımda, ve öncesi makalelerde de yıllar öncesinden hukukçulara önermiştim). K.K., yâni Küresel Kıraliyetin planı anlaşılan kısa sürede T.C.'nin resmî dilini de (fiilen zâten yaklaştı, şimdi resmen) İngilizce yapıp işi bitirmek. Bu etnik dil meselesi ona hazırlık. Onunla kafaları karıştırıp sonra çözüm olarak "resmi dil İngilizce"yi ortaya çıkaracaklar. Bırakırsan düşman hepsini yapar tabii, tıyneti bu. Onu bahane edip kenarda durmayın. Sorumluluk her bir Türk'ün, istisnâsız. Herkes kitaplarımızda da belirttiğimiz gibi önemli ufak adımları atacak, her yoldan ve her koldan. Türkçe'yi, dolayısıyla Türkiye'yi böyle kurtaracağız.
Daha fazlası için:www.sinanoglu.net
Oktay Sinanoğlu; 2007