Avşar boyunun adı Kaşgarlı Mahmut (XI. yy) ve Fahrettin Mübarek Şah (XIII yy) listelerinde Afşar; Reşidüddin (XIV. yy başı) ile ona dayanan Yazıcı-oğlu (XV. yy) ve Ebulgazi Bahadır Han (XVII. YY) listelerinde Avşar olarak geçer. Moğol istilasından önceki Vakayinamelerde de Avşar şeklinde rastlamak mümkündür. XIV ve XVII. Yy 'larda Anadolu'da her ikisi de gö-rülmekle beraber Avşar adı daha çok yaygındır ve telâffuz şekli zamanımız-da ülkenin her yerinde Afşar'ın yerini almıştır. Buna karşılık XVI. Yy 'dan beri İran kaynaklarında Afşar şeklinde yazılır ve halen de bu boya mensup oymak ve köylülerce Afşar olarak söylenir.
Kaşgarlı Mahmut kabile olarak diğer Oğuz boyları ile birlikte 6. sı-rada Afşar olarak bahseder. Reşidüddin'e göre Avşar, hükümdar çıkarmış 5 boydan (diğerleri Kayı, Yazır, Bey dili, Eymür. Bunlardan sadece Eymür Üç-Ok'lardandır) birisidir. Manası ise "çevik ve vahşi hayvan avına heves-li"dir. Yazıcı oğlu Ali'de "cüst-ü çalak ve ava, canavara ve kuşa hevesli" manasını vermektedir. Ebulgazi Bahadır Han'da manasını "işini ıldam (çabuk) işleyici" olarak verir.
Çağdaş bilginlerden Wambery ise Avşar adına bir yerde "toplayıcı" diğer bir yerde ise "zaptiye neferi, mübaşir" manasını vermektedir. G. Nemeth'de Avşar'ın "Avş" fiilinden geldiğini bunun da Kırım-Kazak Türk-çe'sinde "müsaade etmek ve itaat etmek" manasına geldiğini, dolayısıyla Afşar'ın "itaatli" manasında olduğunu söylemektedir. Zeki Velidi Togan'da Avşar'ın "Avcı + er" den geldiğini söylemekte, Tomaschek'in "avş=kam" demek olduğunu ve bunun mümkün olamayacağını belirtmektedir.
Ancak Avşar sözünde "ava hevesli" manasından başlarsak, kelime-nin kökünü "Av" sözünde aramak lazımdır. Buna göre av kökünden ( - ş - ar ) ekleri ile meydana gelmiş olması gerekir. Biz böylece Avşar'ın "av" isminden geldiğini kabul etmiş oluyoruz ki, söyleyiş ve anlama bu yönde-dir.
Bu açıdan bakınca Afşar ismine ilk defa M.Ö. 500'lü yıllarda rast-lanmaktadır. Artvin'in Hopa İlçesi'nin yerinde bulunan kasaba ve yakının-daki ırmak bu dönem yazarlarınca Absaros diye tanıtılmıştır. M.Ö. 508-500 yıllarında kitabını yazan Skylax buradaki kasaba ve ırmağı Apsaros, M.S. 79'da ölen Plinius Absarus, M.S. 131'de bölgeyi gezen Arrianos Apsaros diye tanıtır. Yunanca'da (c,ç,ş) sesleri olmadığından dolayı ve tekil belirten "os" son ekini çıkarınca bu kelimenin en eskiden Apşar diye söylenen Boz ok kolu Avşar olduğunu anlıyoruz.
Aynı yıllarda çevre yer isimleri arasında Karkın'et (Karkın boyu), Azgur (Yazgur=Yazır boyu), Tumanis (Tuman=Duman), Kalarç'et (Kalaç=Halaç boyu), Paçan'k (Peçenek boyu) gibi yer adlarının bulunması dikkat çekicidir.
Görüldüğü üzere Avşar adının manası hakkında çeşitli görüş ve a-çıklamalar var. Anadolu halk ağzında ise Avşar kelimesi değişik anlamlarda kullanılıyor.
Afşar : 1. Bir şeyin zıddı, aksi (Eskipazar - Çankırı). 2. Çabuk iş gören, çevik (Lice, Hani - Diyarbakır, Sivas, Ereğli, Ilgın, Haremi Yörükleri ve Aziziye - Konya).
Avşar sağmak : Koyunu Avşar usulü sağmak (Kars ve çevresi).
Oyşar : İri hayvan memesi (İrişli-Bayburt, Selim ve Sarıkamış - Kars).
Oyşarramak : Hayvanı hızlı hızlı ara vermeden sağma (İrişli-Bayburt, Selim ve Sarıkamış - Kars).
Bunun yanında günümüzde Çuvaş Türkleri arasında "Yapşar" şeklinde bir kelime vardır ki; bu Avşar ile aynıdır. Başına bir "y" harfi eklendiği görülen kelimenin manası da "eli açık ve cömert"tir. Kazak Türkçe'sinde de Apsar kelimesi vardır ve anlamı "biraz delimsi,delice,atak"tır.
ONGUNU DAMGASI
Türklerin, bazı hayvanları ve yırtıcı kuşları kutsal sayarak, onları kendilerine sembol edinmeleri bir inanıştı. Oğuzlarda ise her dört boyun ortak bir yırtıcı kuş (doğan kuşunun türleri) sembolü vardı. Bunlara Ongun denirdi. Ancak Ongunların Moğol tesiriyle oluştuğunu anlıyoruz. Çünkü Kaşgarlı'da ongunlar yoktur ve ilk kez Reşideddin bunlardan bahseder. Avşar boyunun ongunu da (Bey-dili, Kızık, Karkın ile birlikte) Reşidüddin ve Yazıcıoğlu'na göre tavşancıl kuşu (kartala benzeyen fakat daha küçük ve kahve renkli bir kuş) , Ebulgazi Bahadır Han'a göre ise çure-laçin kuşu-dur.
Oğuz boylarının hepsinin aynı zamanda kendilerine has bir damga-ları vardır. Bu damgalar hayvanlara vurulmakta, halı ve kilim motifi olarak kullanılmakta, aşı boyası ile evlerin duvarlarına resmedilmekte, nazar değmemesi ve uğur getirmesi için bazı giyim eşyalarına konulmakta, hatta mezar taşlarına, abidelere, yapılara ve kayalara kazılmakta, devletlerin bastırdığı paralarda Boy'un belirtisi olarak kullanılmaktadır. Bu damgalar sayesinde yapıların, eserlerin hangi boy tarafından inşa edildiğini, kimi beylik ve devletlerin hangi boy tarafından kurulduğunu ve kimi ünlü ailele-rin hangi boya mensup olduğunu anlıyoruz ki tarih açısından çok büyük bir öneme sahiptir. Afşar Boyu damgasının ters çevrilmiş şekline benzeyen imler, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bereket sembolü olarak kullanılmakta, mezar taşlarına da işlenmektedir. Afşarların "kemgöz" için kullandıkları mezarlık imi ise, Altın-Orda payzasına benzemektedir.
Eski zamanlarda Oğuz boylarının toylarda yiyeceği koyun etinin kı-sımları da belli bir kaideye bağlanmıştır. Bu kısımlara sünük (kemik) denir. Ongunlar gibi her dört boyunda müşterek sünüğü vardır. Yıldız Han Oğulla-rı'nın (Afşar, Bey-dili, Karkın, Kızık) sünüğü de sağ umaca yani kalça (sağı-rı) kemiği kısmıdır.
Ebulgazi Bahadır Han şöyle anlatmaktadır. "Altın çadırın baş köşe-sinde Kün Han oturdu. Koyunun başını ve arkasını, kuyruk sokumunu ve bağrını önüne koydular. Her kim Hakan olursa payı bu olsun dediler. İç eşiğinde Irkıl Hoca oturdu, göğsünü pay verip vezirlerin payı bu olsun dedi-ler. Sağ kolda birinci çadırda Kün Han'ın büyük oğlu Kayı'yı oturttular, sağ aşıklı iliği pay verdiler, Bayat onu doğradı, Sorkı atlarını tuttu. İkinci çadır-da Alka-evli'yi oturttular, sağ kol iliğini pay verdiler, Kara-evli onu doğradı, Lala atlarını tuttu. Üçüncü çadırda Ay Han'ın büyük oğlu Yazır'ı oturttular, sağ yanbaşı pay verdiler, Yıpar onu doğradı, Kumı atlarını tuttu. Dördüncü çadırda Dodurga'yı oturttular, sağ uyluğu pay verdiler, Döğer onu doğradı, Murdaşuy atlarını tuttu. Beşinci çadırda Yulduz Han'ın büyük oğlu Avşar'ı oturttular. Sağ uyluğu pay olarak verdiler. Kızık onu doğradı, Torumçı atla-rını tuttu vd..."
Görüldüğü gibi Oğuz töresinde protokol bakımından Avşar önde ge-len boylardandır. 24 boy arasında hükümdar çıkarmış 5 boydan birisi olma-sı ve henüz İslam öncesi dönemlerde Oğuz rivayetlerinde Avşarlardan "El" (devlet kurma gücü) olarak bahsedilmesi onların Türk tarihindeki önemini ortaya koymaktadır.
KALKTI GÖÇ EYLEDİ AVŞAR ELLERİ
Kozan'dan Binboğa'ya kadar olan bölge sarp dağlar, gür ormanlar, derin vadiler ve geçit vermez yerlerle doludur. İnsan o dağlara varınca kendisini her türlü takipten, tehlikeden kurtulmuş sayar.
Yine padişahtan ferman gelmiştir. Avşarlar iskan olsun, artık belli bir toprağa bağlansın istenmiştir. Ama Avşarlar, Çukurova'nın uçsuz bucaksız toprağı ile Torosların, Binboğanın, Uzun Yayla'nın al baharlı, ala karlı ve de soğuk bulu, soğuk pınarlı yaylalarından vaz geçmez.
Bir ilkbahar günü Avşar göçü Dörtyol'un doğusunda bulunan Bağrı Açık Yaylası'ndan Çukurova yoluyla Toroslara doğru hareket eder. Avşar'da göç günleri önemlidir. Rengarenk giysilerle kınalı eller deve kervanını çeker. Develerin dizlerine takılan çanlar kendine özgü bir müzik havası içinde salına salına yayla yolunu tutar.
Göç Uzun Yayla'ya gitmekte olsun, beri taraftan 1865 iskanını yapanlardan Ahmet Cevdet Paşa "… ve ekserinin yaylakları Uzun Yayla olup, orada ise muhacirin-i Çerakise iskan olunmak devletçe mukarrer olduğundan, bu sene aşiretler Fırka-i Islahiyyece yaylaya gitmekten men olunmuşlar idi. Avşar aşireti dahi Çukurova'da kışlayup yazın Uzun Yayla'ya gitmekte…" diyor. Yani devlet Uzun Yayla'ya Çerkezleri yerleştirmek için karar verdiğinden Türkmenlere, o arada Avşarlar'a Uzun Yayla'ya gitmek yasaklanmıştır. Padişah böyle ferman eylemiştir.
Fakat onları yaylalara göçmekten padişah fermanı bile engelleyemez. Sonunda ölüm bile olsa. Avşar kocalarının anlattıklarına göre bu şiir, Dadaloğlu'nun son şiirlerinden biridir.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir
Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir
ESKİ KAYNAKLARDA AVŞARLAR
Afşarlar, İslamiyet öncesi de varlıklarını hissettirebilen büyük ve geniş bir boy olarak karşımıza çıkmaktadır. En eski Oğuz rivayetlerinde, Afşarlar hakkında şu bilgiler vardır :
"Oğuz İli'nin Hakanı Köl Erki'nin bir kızı vardı. Çok güzel, baba ve anasının bütün işlerine muktedir. Korkut, Köl Erki ile Tuman'a söyleyip yedi gece-gündüz düğün yapıp padişahlara layık esbap ve çeyiz ile Köl Er-ki'nin kızını Tuman'a verdi.
Aynı zamanda Ayna Han diye Avşar İli'nin Han'ı vardı. Ayna Han bu kızı oğluna istemişti. Köl Erki'de kabul edip kızı verecek olmuştu. Ayna Han kızı Tuman'a verdiğini işittikten sonra asker çekip Köl Erki'nin üzerine yürüdü. Köl Erki de büyük bir ordu ile karşı varıp vuruşup Ayna'yı mağlûp etti. Ayna'nın oğlunu öldürdü ve Avşar'ın askerini kırdı. Ayna'yı kovalayıp yurduna vardı. Yurdunu alıp altı ay orada oturdu. Ayna kaçıp başka bir ile gitti. Köl Erki ant içip, Ayna'ya adam gönderip dedi ki; "Bu kötülüğü yapan sen değildin, oğlun idi. O da cezasını buldu. Şimdi seninle kardeşiz, gel yurduna sahip ol, ben dönüyorum". Elçi varıp bu sözlerin hepsini söyledi. Ayna inanıp gelip, Köl Erki'yi gördü. Köl Erki'de yurdunu teslim edip dönüp kendi yurduna indi."
Bir başka yerde de şöyle bir hadise anlatılmaktadır : "Buğra Han evlenmek istemektedir. Beyler "Han'a münasip odur ki evlensinler" deyince Han oğluna; "öyle münasip hatun nereden bulunur ki gelip annenin yerini tutsun" dedi. Kuzı Tekin "annem gibi olmazsa ondan daha aşağı olsun" dedi. Han "katiyen evlenmem" dedi ama oğlu Kuzı Tekin onun arzusuna bırakmadı. Avşar ilinde Eğrençe denilen zatın görülecek iyi, yurtta ün yapmış güzel bir kızı vardı. Onu Han'a alıverdi.
O bedbaht kızın gönlüne bu fikir geldi ki: "Kuzı Tekin'in bana meyli var. Onun için beni babasına bahane ile alıyor, ta ki kendisi benimle gizlice sevişsin. Yoksa ihtiyar adama benim gibi güzelliğe sahip bir kızı niçin alıversin" dedi. Bir gün Kuzı Tekin babasını göreyim diye gelince, Han uyumuş, kadın oturmuştu. Kadın Kuzı Tekin'in yanına gelip yüzünü ve gözünü elleyip okşamıştı. Kocası ile oynaşırken kadınlar nasıl yaparlarsa öyle yapmaya başladı. Kuzı Tekin gönlünden bu annem yerinde olup bana muhabbet gösteriyor dedi.
Yine birkaç gün sonra yalnız kalmak fırsatı bulup Kuzı Tekin'e "Hiç benim halimden haberin var mı ? Ben sana aşığım, geceleri uykum ve gün-düzleri kararım yok. Benim halime bakmazsan niçin beni ihtiyar adama alıverdin" dedi. Kuzı Tekin "sen benim annemsin bu huyunu bırakmazsan seni parça parça edip her parçanı bir yere koyarım" dedi. Kadın olanları kendi kardeş karılarına danışınca onlar "Kuzı Tekin bu sözü Han'a, halka söylemeden önce söylemek gerek. Yoksa ölüme gidersin" diyerek bir kadın gönderdiler. O kadın varıp Kuzı Tekin'in evinden çizmesini çalıp, Buğra Han'ın evine geldi, sonra dönüp gidip çizmeyi yerine koydu.
O gece Han evde yoktu, ava gitmişti. Seher vakti kadın bağırmaya, yüzünü yırtıp her yerini kanatmaya başladı. Halk toplanıp vardı, kadın "Bu gece Kuzı Tekin gelip koynuma girdi. Sana aşığım, babama aldım ki gündüz babamın olursan gece benim olacaksın, yoksa yaşlı babam kadını ne yap-sın. Anasına böyle iş nerde var diye bağırdım o da kaçıp gitti" dedi. Diğer kadınlar şahitlik ettiler. Gece kar yağmıştı yerde ayak izleri vardı. Kuzı Te-kin'i çağırıp ayak izine baktılar, aynı. Buğra Han avdan gelince ona da söylediler. Han, beyleri de toplayıp Kuzı Tekin'i çağırdı. Bu ne iş, gece ne yap-mışsın ? dediler. Kuzı Tekin kadından görüp işittiklerini anlattı. "Kadını ba-bama ben almıştım utandım ve halk içinde rezil olmayalım dedim kadın önce davrandı" dedi. Halk ikiye bölündü. Kimi Kuzı Tekin'e, kimi de kıza inanıyordu. Han Kuzı Tekin'i dinleyip kadının yanında kalan hizmetçileri şiddet kullanıp sıkıştırınca gerçek ortaya çıktı. Buğra Han bunun üzerine "bu kadını istemiyordum, fitne çıkar diye, beni kendi arzuma bırakmadın şimdi ne yapacağını sen daha iyi bilirsin" dedi. Kuzı Tekin beş yabani tay getirtip kızı iki eli, iki ayağı ve boynunu bağlayarak, parçalayıp öldürdü."
Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre Afşarlar, İslam öncesinde de Oğuz Eli içerisinde büyük ve kuvvetli bir boy olarak görülmektedir. Çok kalabalık ve müstakil bir yurtlarının olduğu, başlarında da kendi soyların-dan bir hanlarının bulunduğu anlaşılıyor. Afşar ili hanının asker çekip, Oğuz ili hanı ile savaşabilecek kadar güçlü ve cesaretli oldukları ve bu gücün bir göstergesi olarak Oğuz Han'ının kızını istemesi önemlidir. Burada şu husu-su da belirtelim, eski çağlarda kız istemek güç gösterisi demekti. Eğer kral kızını verirse muhatabı bir güç olarak kabul ediyor, vermiyorsa dikkate almıyor anlamına gelirdi. Göktürk Devleti de böyle bir olayla kurulmuştur. Bumun Kağan, emrinde yaşadığı Avar Hakanının kızını istemiş vermeyince de savaşarak Avarları yıkıp, yerine kendi devletini kurmuştu.
Yukarıda Avşar adına ilk defa miladdan önceki asırlarda Kafkasya civarında rastlandığından bahsetmiştik. Bunun gelişimine baktığımızda şu bilgilere ulaşıyoruz. M.Ö. 680 yılında Kimmerler'i yurtlarından atan Sakalar, Kafkasya, Doğu Anadolu ve Batı İran'a hakim oldular. Fetihlerini genişlete-rek bir ara Mısır'a kadar dayanmışlarsa da M.Ö. 624'te Alp Er Tunga'nın haince öldürülmesiyle zayıflayarak tekrar Kafkasya'ya çekildiler. Bu fetih esnasında Saka Türk birliğine dahil bir çok Türk boyu vardı ve bunlar bura-larda yurt tutarak yerleşmişlerdir. Buralarda yurt tutan boylar arasında Salur, Döğer, Yazır, Karkın, Peçenek, Bügdüz, Afşar gibi Oğuz boyları var-dır.
Afşarlar da Saka Türk Birliği'ne dahil olarak M.Ö. 680'li yıllarda Kafkasya'ya gelerek, Gürcistan, Azerbaycan ve Van bölgesine yerleşmişler-dir. Avşar ismine ilk defa M.Ö. 500'lü yıllarda rastlandığını yukarıda belirt-miştik. Artvin'in Hopa İlçesi'nin yerinde bulunan kasaba ve yakındaki ırma-ğın bu dönem yazarlarınca Absaros diye tanıtıldığını anlıyoruz.
M.Ö. 249 yılında devlet kuran Oğuzlar, Saka Türk Birliğine bağlı boylarla birleşerek Arsaklar (Partlar) adıyla İran tahtına geçtiler. Doğu A-nadolu, Batı İran ve Kafkasya'da hakim oldular. M.Ö. 53 yılında Harran civarında Romalıları yenerek, anılan bölgelerde Büyük Arsaklılara bağlı Küçük Arsaklılar devletini kuran Val-Arsak, Kafkaslardan ve Bizans'tan ge-lecek saldırılara karşı perde vazifesi görüyordu. M.S. 226 yılında Sasanlı sülalesinin kurucusu I. Ardeşir, Büyük Arsaklı Devletini yıktıktan sonra A-zerbaycan ve Doğu Anadolu'daki Küçük Arsaklılar'a saldırdı. Romalıların yardımıyla ancak 60 yıl sonra (287'de) ülkelerine tamamen hakim olan Küçük Arsaklılar, III. Tridat zamanında (305-10) resmen Hıristiyanlığı be-nimsediler. 337'de yine Sasanlıların istilasına maruz kaldılar. Hz. Ömer'in Sasanlıları yıkışına kadar (642'de) 300 yıl İranlılar (Sasanlı), Gürcüler ve Bizanslılar ile savaşan Küçük Arsaklılar M.S. 429 yılında yıkıldı. Bu devlet yıkıldıktan sonra 16 beyliğe ayrıldı ki bunlardan birisi de Dede Korkut hika-yelerinde geçen Avşar Bey (Gence, Cavat bölgesi) sülalesinden Ardzer-uni (Kartal Taşıma Hanedanı - Küçük Arsaklıların kurucusu Val-Arsak (M.Ö. 147-129) tarafından devletin avcıbaşılığı vazifesi verilip Ardviz = Av kartalı taşıma, Uni = Hanedan unvanı verildiği için böyle anılan) beyliğidir ki top-rakları Van-Urmiye arası idi (Bu bölgenin eski adı Vaspurakan'dır. Urmiye şehrinin yeni adı ise Rızaiye'dir).
908 tarihinde Abbasilerin Azerbaycan valisi Türk komutanı Sac-oğlu Yusuf, Ardzer-uni Kralı Haçik Gagık'a (908-938) taç giydirerek Melik unvanı ile kendisine bağlamıştır. Ardzer-uniler, eski Türk sistemi olan İkili Siste-mi uyguluyorlardı. Ülkenin doğusunda Gurgen Haçik, batısında ise kardeşi Senekerim hüküm sürüyordu. Haçik'in 1004'te ölümü üzerine ülkenin ta-mamı Senekerim'in eline geçmişti. Van ile Vastan (Gevaş) kalelerini çifte başkent (Eski Türk Töresi) olarak kullanan Gagık'ın torunu Kral Senekerim Hovhannes (1003-1021), 1018 yılında Selçuklu Başbuğu Çağrı Beyin akın-larında , "uzun saçlı" atlı kuvvetinin "geniş yaylar"ından attıkları okların karşısında kılıçla bir şey yapamadan iki kez yenilen askerlerinin bozgunlu-ğunu Peygamber Yeşua ile Partlı Aziz Katolikos Büyük Nerses'in okuyup inandığı kehanetlerine bağlamış, yurdunu koruyamayacağını anlayıp zaten bu bölgeleri ele geçirmek ve hakimiyetini pekiştirmek için büyük bir orduy-la yola çıkan Bizans Kralı II. Basil ile anlaşarak 1021'de Van bölgesini Sivas ile değişmişti. Ancak bu prenslik, 1080 yılında Anadolu'yu fetheden Selçuk-lular tarafından kesin olarak ortadan kaldırıldı. 9. Yy sonu ile 10. Yy baş-larında yaşamış olan Kuzey Kafkasya'da geziler yapan Ermeni tarihçisi ra-hip Artsrunili Thomas, bu soydan gelir.
Arran-Albanya-Avganya bölgesinde Afşar Cevanşir kabilesinin ha-kim olduğunu görüyoruz ki Gürcistan da bunların sınırları içindeydi. Hatta Müslüman-Arap orduları Gürcistan'ı fethe geldiklerinde (642 yılı) tahtta Hıristiyanlaşmış bir Türk olan Prens Cevanşir vardı (681'de öldü- Cevanşirler adını bu hükümdardan almıştır). Yine bu dönemlerde Hazar Kağanlığı'nın Kafkaslara akınlar yaptığını görüyoruz ki bu akınlarda bir çok Kafkas dağlı kavmi itaat altına aldıktan sonra 683-689-693 senelerinde Gürcistan ve Ermenistan'a saldırmışlardır. Gürcü Kralları Yuvan ve Cevanşirler zamanında (718 senesini takiben) Hazar Hakanı, Gürcü Kralı Cevanşir'in hemşiresi Suzan ile evlenmeye talip oldu ancak muvafakat cevabı alamayınca Blucan adlı baş komutanını Kaheti ve Kartalın mıntıkasına sevk etti. Civanşir, bu saldırılara karşılık vermiş ancak yenilmiş, kız kardeşi Suzan ile birlikte esir düşmüş ve dönerken yolda Daryal'a geldiklerinde Suzan ölmüş Prens Cevanşir ise 7 yıl esaret altında kalmıştır.
Görüldüğü üzere Afşar'lar özellikle Arran (Karabağ) bölgesini yurt tutarak, Selçuklu fethine kadar burada kalmışlardır. Buradaki Cevanşirler, İlhanlı hükümdarı Hülagu Han zamanında Anadolu'ya getirilen ve Timur zamanında ise Karabağ nakledilen Avşarlar'la birleşerek bölgede güçlü bir konuma yükseleceklerdir. Daha sonra bu Avşarlar, bazı Türk boylarına mensup teşekkülleri de bünyesine alarak Otuz-İki Cevanşir (32 boydan müteşekkil) adını almışlardır. Osmanlı arşiv belgelerinde Cevanşirlerin bölgedeki varlığının İslamiyetten önceki dönemlere kadar uzandığı açıkça belirtilmektedir.
Henüz İslam öncesi dönemlerde anılan bölgelerde yerleşen ve 305-10 yıllarında Aziz Greguvar Lusavoriç (Dede Korkut) tarafından Hıristiyanlı-ğın Gregoryen mezhebine dahil edilen bu Türklerin ve tabii olarak bunlar arasında bulunan Avşarların, özellikle Aran (Karabağ) civarında yaşadıkla-rını ve Aranyan Ermenileri olarak tanındıklarını ve varlıklarını son yıllara kadar devam ettirdiklerini görmekteyiz. 1721-30 yıllarında Rus istilasında, Ruslara din birliğinden dolayı yardım eden bu Hıristiyan Türkler, Zengezur'da Karaçorlular ve ardından Cevanşirlerle savaştılar. 250 kişilik bir çete ile savaşa katılan Papas Avşar, bunlardan biriydi. Bu Hıristiyanların adları da Türkçe idi (Avan, Saruhan, Kaplan, Bayındur, Dilençi, Şah-kulu oğlu Bagri, Parsadan, Aslamaz-kulu, Vardan, Bali, Karagöz, Kıcı, Turunç, Sarı vs..).
GENEL BİLGİLER
Önceden Memluk hakimiyetinde yaşayan Afşarlar Osmanlı egemenliğinde onlara tamamen bağlı kalmadılar. Bunun muhtelif sebepleri vardır. Bir kere Türkmenlere rağbet eden ve Osmanlıların aksine onlara itibar gös-teren Safeviler'e katılmak için İran'a gitmeleri bir yana; Afşarların güç ver-diği Dulkadırlıların Osmanlı egemenliğine girmesiyle devlet Afşarların nüfu-sunu eritmek istemiş, bu amaçla onlara baskı yapmış ve İran'a gitmelerine sebep olmuştur. Ayrıca bölgenin önemli ticaret yolu üzerinde olması ve hac kafililerinin buradan geçmesi sebebiyle, Osmanlılar burada nüfusu fazla olan Türkmenleri toprağa bağlayarak itaat altına almak istemiştir. Halbuki konar-göçer için bir yere bağlanmak ekip biçmek söz konusu olamazdı. Onlar hayvanlarına bakmak için yazın yaylalara kışın ise soğuktan etkilen-meyecekleri yerlere göçmek zorundaydılar.
Uzun süre onların bu hayatına ses çıkarılmamışsa da Osmanlı Devleti'nin artık bir imparatorluk haline gelmesiyle; yeni fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi, boş arazilerin tarıma açılması ve özellikle Celali isyanları sonucu harap olan Anadolu'nun bir çok yerinin mamur edilmesi gerekiyor-du. Yine ticaret yollarının ve yerleşim yerlerinin güvenliği; halkın mal ve can güvenliğinin garanti altına alınması da icap ediyordu.
Diğer bir husus da vergi meselesiydi. Göçerler köylü ve çiftçi sınıfına girmediği için vergi açısından devlet nüfusuna kayıtlı değildi, kayıtlı olanlar ise sürekli yer değiştirdiklerinden takibi güçleşiyordu. Buna karşılık devlet Celalilerin açtığı yarayı kapatmaya çalışıyor, hem de savaşlara giri-yordu. Celali isyanları sırasında devlet yönetiminden hoşnut olmayan köylü ve çiftçiler de isyana katılarak üretici olmaktan çıkıyorlardı ki bu olay devlet gelirine büyük darbe vuruyordu. Savaşlar dolayısıyla çekilen asker sıkıntısı da işin başka bir yönüydü.
Bunun yanında Afşarların nüfusunun fazlalığı ve tarihte önemli roller oynamış olmasının gelecekte bir tehlike arz edebileceği; toplu halde bulunmalarının avantajı ile güç birliği kurarak Suriye ve İran'da gözlendiği gibi devletleşme eğilimine girebileceği endişesi ile yerleştirilmesi ve impa-ratorluk sınırları içinde dağıtılmaları hedeflenmiştir. Böylece Osmanlı Devle-ti'nin kuruluşundan beri iskan konusuna dikkat edilmişse de özellikle 16 ve 17.yy'da bu işe dikkatle eğilmiş ve sonraki yüzyıllarda ise daha sert davra-narak kanlı tedbirlere dahi başvurmuştur. Ancak bu gibi iskan yerleri (özel-likle Rakka) suyu kıt olduğu için zamanla Türkmen oymakları için bir sür-gün yeri olarak kullanılmış ve aşiretlerin tehdit edildiği bölge olarak kulla-nılmıştır. Bu da iskanın isabetsizliğini gösterir.
Bu iskan siyaseti sonucu Afşarlar durmadan bölünerek küçük topluluklar halinde çok geniş coğrafya içinde yerleştirilmişler ve başka Türkmen gruplarına dahil edilmişlerdir. Bu parçalanmanın sonucu artık 16.yy son yarısında diğer boylarda görüldüğü gibi Afşarların başında eski boy beyi aileleri yok olmuş, yerlerini obaları idare eden ağa unvanlı kethüda aileleri almıştır. Bu Kethüda idaresindeki Afşarlar, zamanla çoğalıp eskiden bağlı oldukları oymak adlarını atarak kendi adlarını veriyorlardı. Böylece yeni obalar teşekkül ederken bağlı oldukları büyük Afşar oymaklarının takibi de zorlaşmaktaydı. Ayrıca Afşarlara ait bir çok yer adı da böylece silinmiştir. Bunun yanında yeni oluşan obaların adlarında bazı yer adlarına rastlan-maktadır.
Önceden Memluk hakimiyetinde yaşayan Afşarlar Osmanlı egemenliğinde onlara tamamen bağlı kalmadılar. Bunun muhtelif sebepleri vardır. Bir kere Türkmenlere rağbet eden ve Osmanlıların aksine onlara itibar gös-teren Safeviler'e katılmak için İran'a gitmeleri bir yana; Afşarların güç ver-diği Dulkadırlıların Osmanlı egemenliğine girmesiyle devlet Afşarların nüfu-sunu eritmek istemiş, bu amaçla onlara baskı yapmış ve İran'a gitmelerine sebep olmuştur. Ayrıca bölgenin önemli ticaret yolu üzerinde olması ve hac kafililerinin buradan geçmesi sebebiyle, Osmanlılar burada nüfusu fazla olan Türkmenleri toprağa bağlayarak itaat altına almak istemiştir. Halbuki konar-göçer için bir yere bağlanmak ekip biçmek söz konusu olamazdı. Onlar hayvanlarına bakmak için yazın yaylalara kışın ise soğuktan etkilen-meyecekleri yerlere göçmek zorundaydılar.
Uzun süre onların bu hayatına ses çıkarılmamışsa da Osmanlı Devleti'nin artık bir imparatorluk haline gelmesiyle; yeni fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi, boş arazilerin tarıma açılması ve özellikle Celali isyanları sonucu harap olan Anadolu'nun bir çok yerinin mamur edilmesi gerekiyor-du. Yine ticaret yollarının ve yerleşim yerlerinin güvenliği; halkın mal ve can güvenliğinin garanti altına alınması da icap ediyordu.
Diğer bir husus da vergi meselesiydi. Göçerler köylü ve çiftçi sınıfına girmediği için vergi açısından devlet nüfusuna kayıtlı değildi, kayıtlı olanlar ise sürekli yer değiştirdiklerinden takibi güçleşiyordu. Buna karşılık devlet Celalilerin açtığı yarayı kapatmaya çalışıyor, hem de savaşlara giri-yordu. Celali isyanları sırasında devlet yönetiminden hoşnut olmayan köylü ve çiftçiler de isyana katılarak üretici olmaktan çıkıyorlardı ki bu olay devlet gelirine büyük darbe vuruyordu. Savaşlar dolayısıyla çekilen asker sıkıntısı da işin başka bir yönüydü.
Bunun yanında Afşarların nüfusunun fazlalığı ve tarihte önemli roller oynamış olmasının gelecekte bir tehlike arz edebileceği; toplu halde bulunmalarının avantajı ile güç birliği kurarak Suriye ve İran'da gözlendiği gibi devletleşme eğilimine girebileceği endişesi ile yerleştirilmesi ve impa-ratorluk sınırları içinde dağıtılmaları hedeflenmiştir. Böylece Osmanlı Devle-ti'nin kuruluşundan beri iskan konusuna dikkat edilmişse de özellikle 16 ve 17.yy'da bu işe dikkatle eğilmiş ve sonraki yüzyıllarda ise daha sert davra-narak kanlı tedbirlere dahi başvurmuştur. Ancak bu gibi iskan yerleri (özel-likle Rakka) suyu kıt olduğu için zamanla Türkmen oymakları için bir sür-gün yeri olarak kullanılmış ve aşiretlerin tehdit edildiği bölge olarak kulla-nılmıştır. Bu da iskanın isabetsizliğini gösterir.
Bu iskan siyaseti sonucu Afşarlar durmadan bölünerek küçük topluluklar halinde çok geniş coğrafya içinde yerleştirilmişler ve başka Türkmen gruplarına dahil edilmişlerdir. Bu parçalanmanın sonucu artık 16.yy son yarısında diğer boylarda görüldüğü gibi Afşarların başında eski boy beyi aileleri yok olmuş, yerlerini obaları idare eden ağa unvanlı kethüda aileleri almıştır. Bu Kethüda idaresindeki Afşarlar, zamanla çoğalıp eskiden bağlı oldukları oymak adlarını atarak kendi adlarını veriyorlardı. Böylece yeni obalar teşekkül ederken bağlı oldukları büyük Afşar oymaklarının takibi de zorlaşmaktaydı. Ayrıca Afşarlara ait bir çok yer adı da böylece silinmiştir. Bunun yanında yeni oluşan obaların adlarında bazı yer adlarına rastlan-maktadır.
1865 İSKANI
Bu bölüm altında incelenen Avşarlar, Kuzey Suriye Avşarlarından olup yazın Uzunyayla'ya çıkan ve kışları önce Suriye'de sonra Çukurova'da geçiren müstakil Avşar Oymağının mensuplarıdır (Bilindiği gibi bu bölgede Köpekli, Gündüzlü ve Beylikli Avşarları da yaşıyordu). Bu Avşarlar uzun uğraşlardan sonra çoğunlukla Kayseri ve çevresine iskan olmuşlardır. An-cak Kayseri ve civarında Avşarların daha önce yerleşmedikleri ve etkin olmadıkları gibi bir yanılgıya düşülmemelidir. Aksine Kayseri ve çevresinde öteden beri güçlü bir Avşar varlığı duyula gelmiştir. Bu konuya kısaca te-mas edelim.
14. Yy'ın sonlarına doğru Sivas ve Kayseri bölgesinde egemen olan Kadı Burhanettin'in damadı Avşar boyundan olan Burhanettin idi. Burhanettin, o dönemde Osmanlı'yı bir savaşta yener ve Timur'a da karşı çıkar. Bu hadiselere bakarak Avşarların bölgede önemli bir güç oldukla-rına ve üst düzey görevlere getirildiklerine hükmedebiliriz. Dolayısıyla Av-şarlardan bazılarının daha o zamanlar göçebeliği terk ederek Kayseri ve civarında yerleşik hayata geçmiş olmaları gerekir. Nitekim 16. Yy ve sonra-sında Osmanlı sicillerinde Kayseri mahalleleri arasında bazı Avşar obalarına ait isimlere rastlanmaktadır (Hacı İvaz, Salmanlı gibi). Diğer taraftan, Evli-ya Çelebi, Kayseri ile ilgili bilgi verirken halkın bir kısmının "bre, hadi bre, yürü bre" şeklinde konuştuğunu bildirir ki günümüzde bile bu tip konuşma Avşarlara has bir söyleyiştir. Bu da Kayseri halkı arasında Avşar asıllıların varlığını bize göstermektedir.
17. Yy ve sonrasında da bölge ve özellikle Erciyes Dağı, Ali Dağı ve Talas ilçesi Avşarların bulunduğu, sürülerini otlattığı yerlerdi. Bu husus Karacaoğlan'ın bir şiirinde de geçer.
Ali Dağı, Erciyes'in eteği
Yiğitler yatağı, sümbül biteği
Yüce tepelerin Avşar yatağı
Burcu burcu kokar gülün Erciyes
Erciyes Dağı ve çevresi, sonraki asırlarda da kimi Avşar obalarına yurtluk olmuştur. Bu civarlarda Avşar baskısı uzun sürmüştür. Sözgelimi, şimdi ilçe olan Hacılar, eskiden ovada kurulu idi. Hacılar halkı 1726 yılında Avşar baskınları sonucu Dört Kuyular mevkiini bırakıp şimdiki yerine yerle-şerek sırtını dağa vermiş ve böylece baskınlardan kurtulmuştu. Bugün bile Kayseri'de "Ne kaçıyorsun arkandan Avşar atlısı mı geliyor" sözü hala söylenir.
Ayrıca 1831 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Kayseri köylerinde sülale adlarından yola çıkarak yaptığımız incelemede Kayseri'nin merkez köylerinde de kimi Avşar obalarının yerleştiğini tespit etmiş bulu-nuyoruz. Ancak bu Afşarlar köylere dağınık halde yerleştikleri için azınlıkta kalmışlar, oba isimlerini muhafaza etmelerine rağmen ana boy adını unut-tukları için Avşar olduklarını unutmuşlardır. Bunların köylerdeki nüfusları değişiklik arz etmektedir. Kimi köylerde birkaç hane iken (Yağmurbey, Yazır, Argıncık, Hasanarpa, Havran gibi) bazı köylerde hatırı sayılır bir nü-fusları vardır (Kızık, Mardin gibi). Bazı obalar sadece bir iki köyde ve az oldukları halde (Muncusun'da Taşlıoğlu, Zirve ve Obruk'ta Vezirli, Gesi, Kızık ve Virancık'ta Köse Ahmetli gibi) bazıları bir çok köyde bazen fazlaca görülüyor (Recepli, Mahmudoğlu, Sofular, Halloğlu, Köseli gibi). Diğer bir husus köylerde bazen birden çok Afşar obası bulunurken (Erkilet, Gesi, Bürüngüz, Kızık gibi) kimi köylerde de özellikle bir obanın yerleştiğini görü-yoruz. (Höbek'te sadece Köseliler, Obruk'ta sadece Veziroğlu, Germir'de sadece Ali Ağalar gibi).
Avşarların Kayseri'deki varlığı bununla sınırlı değil. Bir çok Avşar obası farklı zamanlarda yöreye gelerek faaliyette bulunmuş ve iskan ol-muştur. Bu obalar şunlardır. Afşar-lı (-Türkmeni, -Yörüğü) Akçaali, Alembeyli, Alişarlı, Bahrili, Beydenizli, Bostancı, Civanşir, Çöplü, Deliler, Dodurlu, Gökçe, Hacı Mustafalı, Hacı İvazlı, Herekli, Hobalı, Hüseyin Hacılı, İmam Kulu, İmanlı, İsalı (-Hacılı), Kara, Karabudak, Karamanlı, Karasu, Karaşeyhli, Kozanlı, Köçekli, Köseli, Mahmudoğlu, Musacalı (-Kürdü), Mutuklu, Paşalı, Recepli, Sarıfakılı, Sarısintli, Saruhanlı, Selmanlı (Süley-manlı), Silsüpür, Söylemez, Şerefli, Taşoğlu, Tecirli, Tirkeşin, Torun, Yahşi-hanlı.
Ancak bu Avşarların önemli bir kısmı önceden yerleşik hayata geçtikleri ve oba isimlerini muhafaza edip ana boy adını unuttukları, hatta çoğu zaman oba adlarını bile terk ettikleri için Avşar olduklarını bilmemek-tedirler. Üstelik bu durum Avşar obalarının takibini de güçleştirmektedir. Oba adını muhafaza edebilenleri zor da olsa günümüzde araştırarak ortaya çıkarabiliyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, Sis Avşarlarından olan Paşalı-lar, henüz 16. Yy'da Kayseri'ye göç ederek merkeze bağlı köylere yerleş-mişlerdi. Bu köyler Eyimli ve Yüreğil olup halen Paşalı adını sürdürmekte-dirler.
1722-23 yıllarında Suriye'nin Avşar Bucağı bölgesinden gelen Avşarlar, Sarıoğlan civarında yerleşmişler ve günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır. 7 Bucak Avşarı denilen bu köyler, Burunören, İğdeli, Kale, Karpınar, Körkuyu ve Yelliburun olmak üzere 6 köydür. Bir köyün nerede olduğu bilinmiyor. Bir ihtimal bu köy hemen yakınlarındaki Ebülhayır köyü-dür. Çünkü bölgede Ebülhayır'dan başka Bucak Avşarları gibi Halep ve çev-resinden gelen başka köy yoktur. Körkuyu ve Yelliburun birleşerek günü-müzde Yerlikuyu adını almıştır. Yine Sarıoğlan'ın Sofumahmut köyü de aslen Avşar olup Mahmutoğlu (diğer adı Sofular) obasındandır. Bunlar, Avşar olduklarını bildikleri halde bizim diğer Avşar köylüleri tarafından bi-linmezler. Çünkü klasik ve yanlış bir anlayışla Avşarlar yalnız Pınarbaşı, Sarız ve Tomarza'da yaşarlar.
Yahyalı'da da Avşarların yerleştiğini görüyoruz. Nitekim Yahyalı'da dokunmuş bir kilimin Avşarlar tarafından dokunduğu tespit edilmiştir. Ancak malum olduğu üzere günümüzde Yahyalı'da Avşar olduğu bilinmez ve kabul edilmez.
Bünyan ilçesi de Avşarların faaliyette bulunduğu bir yerdi. Bilindiği gibi Avşarların yerleşim yerlerinden biri olan Zamantı kazası Bünyan'dadır. Günümüzde ilçe merkezinde henüz 16. Yy'da yerleşmiş olan Karamanlı Avşarları ile Vezirli obası ve Mantıcıoğulları sülalesi yaşamaktadır. Vezirli obası Yünören ve Kösehacılı köylerinde de bulunuyorlar. Cevanşirler de Karacaören köyündedirler. Bunun yanında Girveli, Taçın ve Dağardı Av-şar'dır. Bürüngüz köyünde de Recepliler bulunuyor.
Develi'de ise Avşar obaları yoğun olarak yerleşti. Sindel Avşarı Sindelhöyük, Köseli Avşarı Köseler, Hacı İvaz Avşarı ise Ayvazhacı köyünü kurdu. Cevanşirler Millidere, Kozanlılar da kısmen Çöten'de yaşamakta-dır. Ayrıca Saraycık ta bir Avşar köyüdür. Deliler ve Hacı Mustafalıların uzun süre Develi'de etkinlik gösterdiklerini ve yerleştiklerini biliyoruz.
İncesu'da Avşarların yoğun olduğu bir bölgeydi. Hacı İvazlıların İncesu taraflarından gelip Kayseri merkeze yerleştiklerini biliyoruz. Garip-Şah Avşarı Garipçe köyünü kurarken, Receplilerden bir kısmı Sarıkürklü köyüne yerleşti. Tecirli Avşarı ise Viranşehir'de iskan oldu. Sivas'tan gelen Avşarlar ise az miktarda Süksün'de yaşıyorlar.
Yeşilhisar ilçesinde Avşarlar, kısmen Doğanlı (Niğde merkeze bağlı Gölcük kasabasından gelmeler. Bunlar Gölcük'te hala Avşar adını yaşatıyor-lar) ve Sindel obasının kurduğu Sindel (Kovalı) köyündedir.
Tomarza'da Maraş'tan gelenlerin kurduğu köyler İmanlı Avşarından olmalıdır. Avşar olduklarını bilmeyen bu köylülerin Aksaray'da bulunan akrabaları orada Avşar olarak tanınıyorlar. Bu köyler Trafşın (yeni adı İncili. Afşın'a bağlı Telafşın köyünden gelme), Köpekli (yeni adı Turanlı. Köpekli köyü buraya Çörümşek'ten gelmiştir ki Maraş defterlerinde Çörümşek nahi-yesinde diğer adı Girgin olan Köpekli adında bir köy vardır. Bu köye ait bir ferman elimizde mevcuttur), Mardin (yeni adı Ekinci. Göksun'un Tecirli aşiretine mensup Yeniyapan köylüleri köylerinde yaşayan Avşarların göç ederek Mardin'e gittiklerini söylüyorlardı. Bu Avşarların adları, Kıllılar, Apıklar, Sarıoğlanlar ve Sarıarslanlar idi.), Gülveren ve Karaören'dir. Ayrıca Çiraz köyünde az miktarda İmamkulu köyünden gelen Avşarlar var.
Yemlihalı Avşarı da Kocasinan ilçesine bağlı Yemliha kasabasını kurmuştur. Hacılar ilçesinde de Avşarlar yerleşmiştir. Bir sülale Avşarlar adıyla anılırken bazı sülalelerin de Avşar kökenli oldukları (Mutlular ve Kuruköprülüler) bilinmektedir. Ayrıca Hacılar da "Avşar Yeri" diye bir mevki bulunuyordu.
Bu bilgilerden anlaşıldığı gibi Kayseri ve yöresi eskiden beri Avşarların yurt tuttuğu bir bölgedir.